Değil yemek, sopa bile nasiple

Mübarek Ramazan-ı Şerifin bereketli, cûşuhurûş; insanları omuz omuza, diz dize, göz göze olduğu günlerinden bir gün…

Ankara’da misafir olarak bulunan bir muhterem kardeşimiz Maltepe’ye, Abdulkadir Özkan Eğitim Vakfına gidiyor.

Orada bulunan talebe kardeşler hoşbeşten sonra, misafire, “Abi, filanca yere iftara gideceğiz. İnşaallah, birlikte gidelim” diyorlar. Misafir de memnuniyetle kabul ediyor.

Vakit ilerliyor, iftar vakti yaklaşıyor.

Talebe kardeşlerden biri ya da birileri tarafından, “Abi hadi, iftara gidiyoruz” deniyor; kalkıp, gidiyorlar.

İftar verilen dershaneye varınca misafir, gidilecek yerin bu yer, kendisini ilk dâvet eden kardeşlerin de bu kardeşler olmadığını geç de olsa fark ediyor, ama Keçiören’e, Barla Dershanesi’ne gelmiş oluyorlar.

Ne de güzel oluyor.

Safâlar getiriyorlar, Keçiören’imize.

Orada kendisiyle karşılaşıp, kucaklaştığımız misafirimiz, olanları bir bir anlattıktan sonra; başka zamanda başından geçen enteresan ve orijinal bir olayı, şimdiki yaşadıklarına nazîre olarak bana hikâye etti, anlattı:

Güneydoğu’da, bir üniversitede hoca…

Görev yaptığı esnada talebelerini zaman zaman, “Aman ha, sakın ola, filanca insanlara yaklaşmayın. Onlar, şöyle şöyle adamlar; size zarar verebilirler” yollu ikazlarda bulunuyormuş.

Bunu duyan ve bundan rahatsız olan o “şöyle şöyle” adamlar, düzenlerine çomak sokan hoca hakkında bir iyilik (!) düşünmüşler ve mahiyetindeki adamlarına; “Gidin, bu hocayı bulun ve dövün” demişler.

Onlar da gitmişler, tarif edilen eşkâl üzere, hocayı bulmuşlar ve adamakıllı dövmüşler.

Vazife, tamam.

Gelgelelim, dövdükleri hoca, o hoca değil; fizik olarak, kıyafet olarak, aksesuarı olarak hatta gözlüklü oluşuna kadar tıpkı ona benzeyen bir başka hocaymış.

Adamcağız, talihsiz hocamız, bir yanlışa kurban gitmiş; bir araba, odun yemiş!

Böylelikle, bizim hoca, musîbeti sıfır hasar atlatmış.

Hikâyenin sonunda, iftar meselesini kastederek;

“Abi! Nasip olmayınca, sopa bile yenmiyor” deyip, taşı gediğine koyuverdi, bir nükteyle, muhterem kardeşimiz.

Öyle ya, nasip neyse, gelip seni buluyor; olacaklar, oluyor.

Özledik! Doğrusu o günleri, dolu dolu, dost meclisi iftarları özledik.

Rabbim, Korona’nın yok olduğu, bereketin çok olduğu nice muhabbetli iftarlarda cümlemizi bir eylesin; birbirine, yâr eylesin.

İnşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*