Pek çok âlimin, şeyhin, hocanın karşı çıktığı “meşrûtiyeti/hürriyeti,” gerçek demokrasiyi “imanın özelliği” olduğunu ve şeriata uygunluğunu ortaya koyar Bediüzzaman… Buna fiilen de bir hürriyet kahramanı ve abidesi olarak da çalışır.
Meşrûtiyetin ilânıyla Sultanahmet ve Selânik Hürriyet meydanında muhteşem nutuklar verir, gazetelerde yazılar yazar.
Meşrûtiyetin ilânıyla Sultanahmet ve Selânik Hürriyet meydanında muhteşem nutuklar verir, gazetelerde yazılar yazar.
Doğu ve Güyeydoğuyu dolaşarak istibdatın, diktatörlüğün zararlarını, hürriyetin özellik ve güzelliklerini halka anlatır. Münâzarât adı altında da kitaplaştırır ve neşreder.
Sadece siyasî hürriyeti değil, ilmî, fikrî, itikadî, yani inanç ve sair bütün hürriyetleri detaylı olarak tahlil eder. Yalnızca askerî ve siyasî istibdattan değil, şeyh taslaklaklarından yakamızı nasıl kurtacağımızın yollarını gösterir.
Her türlü istibdata müthiş karşıdır, nerede görürse sille vurur; müstebitlere karşı da dik durur ve asla taviz vermez. Öyle ki, “evliya ve şefkatli Padişah” diye tanımladığı, ancak istibdat taraftarı II. Abdülhamid ve hükümetiyle asla muvazaaya, anlaşmaya gitmez; tımarhane ve hapse girmeyi tercih eder.
Bediüzzaman, hürriyet için verdiği mücadele bir destandır. Hayatı iman, Kur’ân ve hürriyet mücadelesi ile geçti. Ömrünün ilk devresi ilmi sohbetlerde, harp meydanlarından, son 35 senesi sürgün, nezaret, mahkeme ve hapislerde işkenceler altında geçer. Ama, o asla hürriyetten taviz vermez. Bedeni zindanda iken, ruhu hürriyet saraylarındaydı!
Din, iman adına tarif edip sahip çıktığı hürriyet, meşrûtiyet, cumhuriyet, demokrasi, bugünkü seviyeye gelip, tam cemalini göstermeye başladığı bugünlerde, en büyük pay onun. 1910’un son ayları, 1911 yılının arefesinde Doğu ve Güneydoğu aşiretlerine hürriyeti anlatmak için yaptığı ziyarette sordukları onlarca sorudan birisi de şöyle:
“Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”
“Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husûmetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz.” 1
“100 sonra cemalini tamamen göreceksiniz” şeklindeki öngörüyü 1910’nun sonları, 1911 yılının arefesinde yapar. İşte bazı çatlak ses dışında herkes, “Bediüzzaman haklı çıktı, Bediüzzaman isabetli oldu, Bediüzzaman kazandı, Bediüzzaman’dan helallik dileyelim!” noktasına gelerek cemalini gördü!
Bu müjde, daha doğrusu tesbitin başka yansımaları da olacaktır şüphesiz.
Sadece siyasî hürriyeti değil, ilmî, fikrî, itikadî, yani inanç ve sair bütün hürriyetleri detaylı olarak tahlil eder. Yalnızca askerî ve siyasî istibdattan değil, şeyh taslaklaklarından yakamızı nasıl kurtacağımızın yollarını gösterir.
Her türlü istibdata müthiş karşıdır, nerede görürse sille vurur; müstebitlere karşı da dik durur ve asla taviz vermez. Öyle ki, “evliya ve şefkatli Padişah” diye tanımladığı, ancak istibdat taraftarı II. Abdülhamid ve hükümetiyle asla muvazaaya, anlaşmaya gitmez; tımarhane ve hapse girmeyi tercih eder.
Bediüzzaman, hürriyet için verdiği mücadele bir destandır. Hayatı iman, Kur’ân ve hürriyet mücadelesi ile geçti. Ömrünün ilk devresi ilmi sohbetlerde, harp meydanlarından, son 35 senesi sürgün, nezaret, mahkeme ve hapislerde işkenceler altında geçer. Ama, o asla hürriyetten taviz vermez. Bedeni zindanda iken, ruhu hürriyet saraylarındaydı!
Din, iman adına tarif edip sahip çıktığı hürriyet, meşrûtiyet, cumhuriyet, demokrasi, bugünkü seviyeye gelip, tam cemalini göstermeye başladığı bugünlerde, en büyük pay onun. 1910’un son ayları, 1911 yılının arefesinde Doğu ve Güneydoğu aşiretlerine hürriyeti anlatmak için yaptığı ziyarette sordukları onlarca sorudan birisi de şöyle:
“Tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?”
“Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş. Zîrâ sizin şu vahşetengiz, cehâletperver husûmetefzâ olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehâlet ejderhasından, husûmet kurtlarından bîçare meşrûtiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesâret edemez. Eğer siz tenbel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tenbellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz.” 1
“100 sonra cemalini tamamen göreceksiniz” şeklindeki öngörüyü 1910’nun sonları, 1911 yılının arefesinde yapar. İşte bazı çatlak ses dışında herkes, “Bediüzzaman haklı çıktı, Bediüzzaman isabetli oldu, Bediüzzaman kazandı, Bediüzzaman’dan helallik dileyelim!” noktasına gelerek cemalini gördü!
Bu müjde, daha doğrusu tesbitin başka yansımaları da olacaktır şüphesiz.
Dipnot:
1- Münâzarât, s. 29.
Benzer konuda makaleler:
- Tam insan olmak
- Kanunu kendi keyfine tâbi etmek
- İslâm âlemini batıran darbeci zihniyet değil mi?
- Hürriyet ve müsbet hareket
- İslamiyet istibdadı reddeder
- Meşrûtiyet ve hürriyet-i şer’iyyenin sünneti
- “Meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş?”
- Emîn olunuz, ‘ziyâ’ galebe çalacaktır
- Millet hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyet de müstebit olur
- Kanunu kendi keyfine tâbi etmek
İlk yorum yapan olun