Depremi bizzat yaşadım

Bu yazıyı bizzat hayatın içinden yazıyorum, zira birebir o hali yaşadım, fakat hadisenin aynını hissettirecek kelime bulmak imkânsızlığını da itiraf ediyorum.

Bir de bu vesileyle: “Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem. Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!” sözünü de, daha iyi idrak etmiş bulunuyorum. Evet, hakikaten o hal başka bir şey, o iki büyük depremi de bizzat yaşadığım için kendimi şanslı addediyorum. Çünkü öyle bir ölüm endişesi yaşamak bambaşka oluyor. Mesela, gece olan birinci depremde Diyarbakır’daki yeğenimin evinde misafirdim. Yattığım somyanın sallanmasıyla önce beni birisinin namaza kaldırmak için salladığını zannettim. Fakat odada kimsenin olmadığını görünce dehşete kapıldım. Bu nasıl bir el ki; koca apartmanı, belki bu şehri ve belki bölgeyi ve dünyayı sallıyordu. Saate baktım, tam da teheccüt vakti idi ve hemen kalkıp ahaliyi de kaldırdım. “İçeride mi dışarıda mı bu dehşeti takip edelim?” dedim. Yeğenim: “Çıkmayıp, burada dua edelim amca” dedi ve öyle yaptık.

Böylece o geceyi içeride geçirdik. Fakat benim ailem Şanlıurfa’da idi, orayı aradım ve herkesin dışarıda olduğunu öğrendim. Bir an önce Urfa’ya gelmem lazımdı ve birkaç arkadaş, öğleye yakın Urfa’ya geldik.

Baktım herkes dışarıda ve kimse “evim” dediği o meskenlere girme cesareti gösteremiyordu. Ben bir cesaret örneği göstereyim dedim, eve çıktım, abdesti aldım, namaza duracak iken ikinci büyük deprem başladı. O dehşet içinde paltomu ve ceketimi dahi alamadan sokağa indim. Evmiş, eşya imiş umurunuzda olmuyor. İşte anladım ki bu dünya bu kadar değersizdir. Hiç olmazsa bundan sonraki hayatımı bari bu şuurla yaşayabilsem!

Şimdi gelelim meselenin aslına: Üstad, Zilzal Sûresinin tefsirinde “Şu sûre kat’iyyen ifade ediyor ki, küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor, bazen de titriyor.” (On Dördüncü Sözün Zeyli, s.278)

Yine Bediüzzaman: “Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir” diyor. “Acaba hangi amelimizle kadere bu fetvayı verdirdik?” denirse:

Ben derim ki, sebep bir değil maalesef birçok cihetten kadere bu fetvayı verdirdik. Hz. Ömer (ra) depremin başlıca iki sebebini şöyle söyler:

1- Sefahet (Ahlâksızlık, hayasızlık)

2- Zulüm.

Bunlar ise bilhassa son yıllarda memleketimizde mevcuttur ve bu sefahet ve adavetlerle adeta felaket davet edilmiştir. Şimdi sıra, ibret alarak mükâfatın teminine gelmiştir ki, Cenab-ı Hak, “Ey akıl sahipleri ibret alınız” buyurmaktadır. İnşaallah ibret alıp gerekli dersi almakla rahmete kavuşmuş oluruz.

Bu hadise bana tabiri caizse, Azrail’in dilinden Cenab-ı Hakk’a arz edilen, şu dilekçeyi hatırlattı: Anasır [mahlukat] diyor ki “Biz Allah’ın ordularından birer askeriz, Allah bizi zulüm ve fesat zuhur ettikçe kullarına musallat eder, biz de, nahiye ve beldeleri harap ederiz” diye lisan-ı hal ile söylediği nakledilir. Ancak ehl-i imanın en büyük tesellisi, zayi olan mallarının zekât ve sadaka yerine geçmesidir ve imanın her şeyin çaresi olmasıdır.

Rabbim ibret alıp mükâfata mazhar olanlardan eylesin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*