Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler; O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler. (A’raf Suresi, 206)
Allah Katında olan varlıklarda enaniyet (kibir, benlik verme) özelliği yoktur. Allah, Hz. Adem(as)’ı yarattığında, melekler ve cinlerden ona secde etmelerini ister. Bütün varlıklar secde ederken, sadece İblis teslim olmaz ve Allah’ın iradesine karşı çıkar.
Şeytanın en önemli özelliği olan enaniyeti itaat noktasında ortaya çıkar. Büyüklenir, itaatten kaçar, isyanı seçer, Allah’ın huzurundan kovulur ve kâfirlerden olur.
Enaniyet, ya da kendine benlik verme İblis ile başlar, tarihte de Firavunların, Nemrutların en önemli özelliğidir. Bu duygu bedenini kapladığında kişi adeta şeytanlaşır, gurur, kibir ve kendini beğenmişlikten kontrolünü kaybeder, şeytan gibi şuuru kapanır, Allah’ın dosdoğru yolu yerine şeytanın yolunda yürümeye başlar.
“Kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır.” (Meryem Suresi, 44) buyrulur Kur’an’da. Kendisini yaratan Allah’a başkaldıran şeytanın Kıyamet gününe kadar sürecek olan mücadelesi de, insanları çeşitli yöntemler kullanarak, kendisiyle birlikte sonsuz azaba sürüklemektir. Etkisi altına aldığı her insan, artık onun ordusunun birer itaatli askeridir. Allah Kur’an’da birçok ayette, bu apaçık düşman şeytana, onun dostlarına ve kardeşlerine itaat etmemeleri yönünde inananları uyarır;
..Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar. Onlarla itaat ederseniz şüphesiz siz de müşriklersiniz. (En’am Suresi, 121)
Kur’an ahlâkının en önemli şartı Allah’ın büyüklüğünü takdir etmek ve yalnızca O’nu ilah edinmektir. Oysa enaniyetli bir kişi kendisini Allah’tan bağımsız bir varlık olarak görür ve Allah’ın kulu olduğunun şuuruna varamaz. Allah’ın kendisine vermiş olduğu özellikleri kendi çabasıyla kazandığına inanır, büyüklenerek nefsini yüceltir. Kısacası kendi nefsini ilah edinir, onu Allah’a ortak koşar. Bu nedenle yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi, şeytana ve dostlarına itaat eden kişi, din ahlakını değil, ancak şirki yaşayabilir.
Alçakgönüllülüğün en büyük göstergelerinden biri de Allah’a ve resulune itaattir. Mütevazı olmayan biri itaat edemez, çünkü enaniyetli kişiler bulundukları ortamda hiçbir idari ya da siyasi gücü tanımazlar. Her konuda en doğru ve en uygun kararı kendilerinin aldığını düşünürler. Çevreden gelen uyarı ve eleştirilere açık olmayan kibirli insan, dolayısıyla öğüt de alamaz. İnancı uğruna, yanlış olduğunu gördüğü şeylerden bile vazgeçemez. Şeytan gibi akılsızca kendi düşüncesinde direten, asla ikna edilemeyen, inatçı ve sabit fikirli bir kişiliğe sahip olur.
Kur’an’da itaat konusundan birçok ayette söz edilir. İtaatin nasıl olması gerektiği bütün detaylarıyla tarif edilir. İtaat, Kuran’a göre kalben ve fiilen, samimiyetle yerine getirilmesi gereken çok hassas bir konudur. Enaniyetli kimseler, görünürde itaat ediyor gibi görünseler de, Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez. (Nahl Suresi, 23) ayetiyle haber verildiği üzere Allah içlerinde gizlediklerini bilir.
Resule itaat etmek büyüklenen kişilerin son derece ağırlarına gider. Bu kişiler, onun elçiliğini kabul etmez ve onunla mücadeleye girerler. Oysa takva, güzel ahlak, akıl gibi üstün özellikleri olan resule itaatsizlik etmek, Allah’a da itaat etmemek demektir. Resule ve dolayısıyla Allah’a itaatin olmadığı yerde, Kur’an ahlâkı da yok demektir. Allah’ın ve Resulünün adaletinden dahi kuşku duyan bu itaatsiz kişileri, Allah Kur’an’da ‘zalim’ olarak nitelendirir:
Aralarında hükmetmesi için onlar Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman onlardan bir grup yüz çevirir. Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah’ın ve Resulünün kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkmaktadırlar? Hayır, onlar zalim olanlardır. (Nur Suresi, 48-50)
İçinde hiçbir kuşku duymadan Allah’a kesin bir bilgiyle iman eden, O’nun gücünü gereği gibi takdir edebilen insan enaniyete güç yetiremez. İnsan hem aczini bilip hem enaniyet yapamaz. Ancak aczini görmüyor, “ben yaptım, ben başardım, ben aldım, ben kazandım, ben… ben” diyorsa, Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “ene, bu hâince durumda iken, cehalettedir.”
Ne cehaletinin, ne aczinin, ne fakirliğinin, ne eksikliğinin farkında olmayıp, gururla salınan insanın görünümü çok iticidir. Şeytan gibi zekidir, ama yine şeytan gibi ahmaktır. Nefsinin bencil tutkularının peşindeki insan, yalnızca görünüşte insan suretindedir. Gerçekte ise Kur’an’ın ifadesiyle hayvandan daha aşağılıktır.
Bediüzzaman, hayvandan yüz derece yüksek yaratıldığı halde, şeytanın çekici gösterdiği dünyevi süslere kanarak itaatsizliği seçen insanın durumunu şöyle ifade eder:
“Demek, ahsen-i takvim suretinde yaratılan insan, hayat-ı dünyeviyeye hasr-ı fikiretse, yüz derece sermayece hayvandan yüksek olduğu halde, yüz derece serçe kuşu gibi bir hayvandan aşağı düşer.”
Müminler ise Kur’an ahlâkını tam olarak yaşamaya çalışırlar, ancak hata yapmaları da çok doğaldır. İnsan tatmin bulmuş melek değildir, birçok eksikleri vardır. Eksiklerini unutup kendini üstün görmek ve büyüklenmek çok büyük yanılgı olur. Kendisini itaatten çıkmış şeytan gibi görmek istemeyen insan, kayıtsız şartsız Allah’a boyun eğmeli, nefsini ezerek itaat etmelidir.
Benzer konuda makaleler:
- Hz. Âdem’in (as) tevbesi
- “Dünya ahiretin tarlasıdır”
- Mezarını Kazan Korsan: İSRAİL
- Vicdan
- Peygamberlerin vazifesi sadece tebliğ midir?
- Kişi kendini bildiği sürece ‘İNSAN’
- Cüz’i iradenin veriliş sırrı ve hikmeti – 2
- Fıtrî olan imanın nurunu istemek
- Neden namaz kılıyoruz?
- Şeytanların bağlanması
İlk yorum yapan olun