Hakikata namahrem olmak tehlikesi

“Kabr-i kalbden hakaik çıplak çıktı; nâmahrem olan kimseler nazar etmesin.”
Bediüzzaman Said Nursî

Hakikatlara, mana libasını hayalimiz giydirir. Kalbimiz hakikatın nebean ettiği yerdir. Mânâlar kalbden çıplak çıkar. İnsanın hayali o mânâya bir elbise giydirir. Bir şekil veya sûret verir.

Hakikate mahrem olmak gerekir. Zira o hakikatı eşya üzerinde okumak âdeta müşahade etmek ve Rabbi tekbir etmek için yaratıldık. Bu noktadan hakikat ile çok yakın olmak lâzım.
Bu mahremiyet insanı Fatiha’daki “sırat-ı müstakim”e dahil eder inşâallah. Ve nihayet “sıratellezine en’amte..” şeklinde devam eden; nimet verilerek istikamet üzere olan kullar zümresine dahil olunur. Böylece hayatın bu sahnedeki perdesi iner…
Ancak hakikata nâmahrem olmak esasında mümkün değil. Çünkü hakikat ortadadır. Güneş eşyayı zahir kılmakta. Biz kabul etsek de, inkâr etsek de… Eşyada ise levh-i mahv ve isbat ile tecellî eden Esma-i İlâhiyedir, hakikat.1
Olsa olsa gaflet, şirk ve küfür vardır.
Hakikatten gafil olmak, yapılan hataların başında gelir. Bu çoğunlukla yapılan şeydir. Eldeki, önümüzdeki hayat, meşguliyet kocaman hakikatı görmemeye, gafil olmaya çoğu zaman bahane olur, mazeret ise hiç olamaz. Güneşi mazeret balçığı ile sıvayanların kulakları çınlasın.
Yaratıcıyı inkâr etmek mümkün değil. İnsan gafleti veya küfrü ile haktan sapar. Küfreder, yani hakikatı örter, gizlemeye çalışır. Birşeyin üzerini örtmek o şeyi asla ortadan kaldırmak mânâsına gelmez. Bu şekli ile hakikat yine ortadadır ve mevcuttur. “Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar.” 2
Şirk, insanı bekleyen en tehlikeli husustur. Şirkte inkâr yok, bir şeyin yerine veya yanına başka şeyi koymak vardır. Yani ortak koşmaktır. Esasında mü’min, Allah’a inanan insandır. Ancak hayatında öyle hataları oluyor ki—maâzallah—Allah’a iman etmesinin yanında başka ilâhları kabul ettiğinin farkına bile varmadan hayatını sürdürebiliyor. Bu ilâh, bilinen veya maruf olan mânâda değil. Bu ilâh, bazan bir histir; onun uğruna nice kıymet verdiğimiz inancımız gitmekte. Bu ilâh bazen bir tutkudur, vazgeçilmez olur. Bu, öylesine bir ehemmiyet vermektir ki, dinî değerlerin üzerine çıkmasına varıncaya, şirk oluncaya kadar. Bu ilâh, bazen karşı cins olur. Onun aşkı veya şehveti uğruna Rabbin emri ikinci planda kalır.
Rızık konusunda da şirk hatalarına düşülebilmektedir. İş, müdür veya patron Rezzak yerine kabul edilirse, bilerek veya bilmeyerek, şirk içinde olunduğunu gösterir. İşimiz, müdür veya patronumuz ancak rızkımızın verilmesine bir vesiledir, o kadar.
Evet bu kişi kâfir değil aslında, sadece şirk tehlikesi ile yüzyüze gelen insandır. Kâfir, açıkca kabul etmediğini ifade eder, müşrik öyle değil. Müşrik, kâfir değildir. Mekke’nin müşrikleri Allah’a inanıyorlardı, ama yanı sıra ona ortak koştukları putları da vardı. Bugün; o günün müşriklerinin taptıkları gibi, yoldan saptıran putların varlığından haberimiz var mı? Resûl-i Ekrem (asm) Efendimizin; “Sizin küfre girmenizden değil, şirke düşmenizden korkarım” mânâlı hadisi beni tir tir titretmekte…
İşte bunların farkına vardığımız gün artık uyandığımız gündür. O halde hakikatın farkına varmaya başladık. Namahremiyet ortadan kalkmaya başladı, buyrun mahremiyete, yakın olmaya.
Hayat; eşyada tecelli ile tezahür eden hakikatı görmek ve okumakla kemalini bulur. Bu ise gaflet ve şirkin tuzağına düşmeden, küfrü tekzib edip, tevhidi ilân ve tebliğ ile mümkündür.

Dipnotlar:

1- Bak. Levh-i mahv ve isbat hakkında bilgi için; Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 893.
2- Bediüzzaman Said Nursi, Münâzarât, s. 107.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*