İç dünyaların mahremiyeti

Bu çalışmamda, mahremiyet kavramına başka bir açıdan yaklaşarak, günümüz insanının bir hastalığı haline gelmiş, mahremiyetlere tecavüz ve tecessüs üzerinde duracağım.

Bugün, dertleşmek, konuşmak, paylaşmak gibi insanî olan değerlerin ölçüsünü kaybetmesiyle, zihinlerdeki özel alanlar yok olmaya başlamış ve mahremiyet ihlalleri ortaya çıkmıştır.

Zira paylaşmak demek, özelini hikâyeleştirip, milyonların önüne sermek anlamına bürünmüştür.

Mahrem yaralar paylaşıma teşvik edilmektedir. Konuşmak, şeffaf olmak, sağlıklılık ifadesi olarak algılatılıp, daha çok mahremiyet ortamlara dökülsün ve birileri bunları pazarlayıp daha çok kazansın amacı güdülmektedir.

İnsanın kimselere hissettirmeden sessizce yaşayacağı alanları mevcut olmalıdır. Elbette bu sessizce yaşayacağı alanlar kişinin, düşünüp, özeleştiri yapıp, kendini tartıp, duygularının kontrol yeteneğini geliştirdiği, manevî olarak olgunlaştığı, faniliği hissettiği alanlar olmalıdır.

İnsanın iç dünyası mahremdir. Oraya herkes elini kolunu sallayarak giremez. Yaşanan üzüntüler, kırılganlıklar kimselerin malzemesi olmamalı, namahremler mahrem olan düşünce alanlarına nazar etmemelidir.

Mahremlerin sergilenmesi, zihinlerdeki mahrem alanları bombalamaktadır. Hayaller, düşünceler, rüyalar bozulmakta ve hayatın lezzeti kaçmaktadır. Çünkü mahrem hayatları izlemek, görmek kişinin kendi olma yolundaki en büyük engel gibi durmaktadır. Duygularını kontrol yolunda atacağı gizli gizli tövbelerini kapatmakta, zihinlerde namahremleri (meşrû olmayanları) meşrûlaştırmaktadır.

Mahremiyet, Allah’ın Settar isminin bir yansıması olsa gerek. Mahremiyet kavramı, aslında içinde helali barındırır. Zira içerisine haram girmiş bir mahremiyet olamaz. İşte mahremiyeti bu açıdan düşündüğümüzde insanın duygu keşifleri yaptığı, kendi olma yolculuğuna çıktığı, ifrat duyguların yularını tutabildiği ortamlar olarak bakmak gerekecektir.

“Daha çok güven için, daha çok mahrem alanları bilmem gerekiyor” düşüncesinin hâkim olduğu bir asrı yaşıyoruz. Mahrem alanlara tecavüz aslında güvensizliğin bir yansımasıdır. Oysa güvenmeye ve mahrem zihin alanlarımızda sessizce dolaşmaya ihtiyacımız var.

Güvenilirlik testleri, ne kadar özelinizi açabiliyorsanız, o kadar güvenilirsiniz’e dönüştürülmüş durumdadır. İnternet paylaşım alanları, mahremiyetin en çok delindiği alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu paylaşım siteleri ile herkes birbirini gözetliyor. Bu gözetleme güvenleri tesis yerine daha çok güvensizliği ve zihinlerde haramları meşrulaştırmayı netice veriyor.

Bizi hiçbir şekilde ilgilendirmeyen insanların mahrem hayatlarını izlemek, ilgilenmek psikolojisinin altında yatan duygu acaba nedir?

Kişiyi böyle meraklandıran tecessüs düşüncesi her halde, fikri bir alt yapısı olmayan, hayatın ve kendisinin yaratılış hikmetleri ile uğraşmayan, düşünce dünyasını uyuşturmaya çalışan, girdiği günah bataklıklarından tövbe edip kurtulmak yerine hislerini iptal etme peşinde koşan, hayatın en önemli gerçeği olan ölüm hakikatini unutmaya çalışan psikolojilerin ürünü olsa gerek.

İnsan günahlarını ve hatalarını sakladıkça gizli bir nedamet duygusu, vicdanî bir muhasebe hissi yaşar. Günahlarının ve hatalarının yayılması, birileri tarafından bilinmesi ve bildirilmesi hissi, olsa olsa kusurlarını meşrûlaştırıcı, vicdan azabından kurtarıcı (!) tövbe etmeye ihtiyaç bırakmayacak bir psikolojidir.

İşte mahrem hayatlara ilgi duyanların ve paylaşanların aslında gizliden gizliye kendilerini rahatsız eden hatalardan kurtulma, meşrûlaştırma, rahatlama ve belki de bir günah çıkarma operasyonundan başka değildir.

Bugün internetin sağladığı imkânlar, en mahrem düşüncelerini milyonlara fütursuzca açan, yanı başındaki ile iletişimi koparıp, hiçbir şeyi yokmuş gibi davranan hasta tipleri ortaya çıkarmaktadır. En yakınlarının bilmediği ruh dünyasını belki de manevî kirlerini milyonlarla paylaşmak duygusu altında yatan psikoloji özel bir çalışma alanıdır.

Bediüzzaman, 13. Lem’a’da, “Kusurunu itiraf eden, istiaze eder; istiaze eden istiğfar eder; istiğfar eden affa müstehak olur“ tesbitinde bulunmuştur. Bu tesbiti kişisel ve sosyal yaralara merhem niteliğindedir.

Şeytan bahsi olan bu meseleye, bu açıdan bakıldığında manidardır. Acaba şeytan, vicdanlarda yapılacak muhasebenin ve neticesinde ilgili kişilerle çare olacak, ümit olacak, tövbeyi kolaylaştıracak ve o kusuru terk ettirecek olan paylaşımın önünü kapamak mı istiyor. Şeytanın bu telkini bu fıtrî duyguyu internet paylaşım sitelerinde, sürekli kendini anlatıp, özelini paylaşıp, fakat hiç kimsenin seni dinlemediği, hiçbirinin derdine çare olmadığı, ümitsizlik, mutsuzluk ve haramların meşrûlaştırılmış kucağına atmak mı acaba?

Zihinlerde mahremiyet alanlarının oluşması önemlidir. Zira zihin mahremiyeti olan, sessizce dolaştığı manevî iklimleri bulunan insanlar, başkalarının mahrem alanlarına ilgi duymazlar. Bunu başarabilmek için nefis terbiyesi, duygu kontrolü, verileni Yaratan’ın rızası doğrultusunda kullanmayı netice verecek bir inanç lazımdır.

Aksi halde, ne bir kişilik göstergesi olan kendimizin mahrem alanları olur, ne de başkalarının mahremiyetine tecessüs meylinden kurtulmak mümkün olur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*