‘Hayatım feda olsun’ diyebilmek önemli

Risale-i Nurlar’ın bütün kalp ve ruhları cezbettiğini, bütün insanlığın bu hakikatlere ihtiyacı olduğunu, mahpuslara ıslah için Risale-i Nurlar’ın çok elzem olduğunu, Nur’un ışığının girdiği yerde karanlığın azaldığını, hizmet etmek için hangi durum ve şartta olursak olalım niyetimizde hizmet gayesinin olmasının ehemmiyetini bizzat müşahede etmiş olduk Elhamdulillah.

*Ömer Tuncay Ağabey, Nur Talebeleri tarafından tanınan bir sima olmanıza rağmen yine de kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Eskişehir’liyim. 1962’de İstanbul’da üniversite okurken Risale-i Nurlar’ı tanıdım.

*Ömer Ağabey, Risale-i Nur hizmetine dahil olmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz?

İstanbul’da okurken Kirazlımescit’te Zübeyir Ağabey, Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci ve Mehmet Kutlular Ağabeylerin kaldıkları yerde Risale-i Nur’u tanıdım. Ben Ankara Hacıbayram’daki 27 nolu dershanesinde Bayram Ağabeylerle kalırken, babam Ankara’ya ziyarete gelmişti. Babamı, Bayram Ağabeyin yanına götürdüm.

Bayram Ağabey dedi: Amca, kaç çocuğun var?

Babam: Beş, dedi.

Bayram Ağabey, “Sahabe zamanında beş çocuğu olan, çocuklarından birisini ‘Ehl-i Suffe’ olarak Peygamber Efendimiz’e (asm) hizmete verirmiş, sen de Ömer’i bize ver” dedi. Babam sofiydi, Üstad Hazretleri’ni ziyaret etmiş, ama bize söylemeden ziyaret ettiği için biz geç tanıdık.

Babam da, “Verdim gitti” dedi… Allah razı olsun. Benim de niyetim böyleydi. Bununla birlikte diğer yandan Tahiri Ağabey, Zübeyir Ağabey, Sungur Ağabey, Abdullah Yeğin Ağabey gibi yedi sekiz ağabey, mezun olduktan sonra benim hizmette kalmam hususunda istişare etmişler. Zübeyir Ağabey “Bizim maddî bir şeye ihtiyacımız yok kardeşim, dâvâ adamına ihtiyacımız var” demiş. Velhasıl istişare neticesi ile de hizmette kalmış olduk Cenab-ı Hakk’ın ihsanı olarak.

Risale-i Nurlar taklidi imandan tahkiki imana ulaştırıyor, o cihetten devamlı okumak çok ehemmiyetli. Hadis-i şerifte “İmanınızı Lâ ilâhe İllallah ile yenileyiniz” buyuruluyor. Bu hem lâfzen kelime-i tevhidi söylemek olduğu gibi, hem de kâinattan ve kendi âlemimizden tevhid delillerini devamlı müşahede edip tefekkür edebilmek ile ancak imanımız taze ve sağlam kalabiliyor inşallah. Bu tevhîdî bakış açısını, tefekkürünü bize kazandıran ise Risale-i Nurlar. Üstad Hazretleri kendi yazdığı eserleri binlerce kez okumuş. Talebeleri de hiç boş durmazdı. Zübeyir Ağabeyin hiç beş dakika bile boş kaldığını bilmiyorum. Beraber de kaldık, dersanemize de geldi. Boş kaldığına hiç şahit olmadık. Ziyarete gelirlerdi meselâ, Ankara’daki 27’de kalırken, o zamanlar Zübeyir Ağabey rahatsızdı. Yine de hiç boş kalmazdı. Atâlet hiç yoktu hayatlarında. Bir de şu vardı, gelenlerin kalbini okurdu sanki. Kalbinden bir sual ya da bir durum geçirdiğinde gelir, tam ihtiyaca ve duruma göre konuşup cevap verirdi.

*Bediüzzaman Hazretleri neden şahsa yönelik bir hizmeti değil de; cemaate, şahs-ı maneviyeye ve istişareye dayalı bir hizmet tarzını öngörmüştür?

Hizmete dair her bir meselede olduğu gibi, Üstad Hazretleri muhtelif lâhikalarda bu meselenin de izahını çok veciz bir surette yapmış. Birkaç yeri direkt bu sualin cevabı mahiyetinde buraya almak icab ediyor: “Maddî ve manevî bir sual münasebetiyle hatıra gelen bir cevabdır.”

“Deniliyor ki: Neden Nur şakirdlerinin kuvvetli hüsn-ü zanları ve kat’î kanaatları, senin şahsın hakkında Nurlar’a daha ziyade şevklerine medar olan bir makamı ve kemalâtı şahsına kabul etmiyorsun? Yalnız Risale-i Nur’a verip, kendini çok kusurlu bir hâdim gösteriyorsun?

Elcevab: Hadsiz hamd ve şükür olsun ki, Risale-i Nur’un öyle kuvvetli ve sarsılmaz istinad noktaları ve öyle parlak ve keskin hüccetleri var ki; benim şahsımda zannedilen meziyete, istidada ihtiyacı yoktur. Başka eserler gibi müellifin kabiliyetine bakıp, makbuliyeti ve kuvveti ondan almıyor. İşte meydanda, yirmi senedir kat’î hüccetlerine dayanıp, şahsımın maddî ve manevî düşmanlarını teslime mecbur ediyor. Eğer şahsiyetim ona ehemmiyetli bir nokta-i istinad olsaydı, dinsiz düşmanlarım ve insafsız muarızlarım kusurlu şahsımı çürütmekle, Nurlar’a büyük darbe vurabilirdiler. Hâlbuki o düşmanlar divaneliklerinden, yine her nevi desiselerle beni çürütmeye ve hakkımda teveccüh-ü âmmeyi kırmaya çalıştıkları halde, Nurlar’ın fütuhatına ve kıymetine zarar veremiyorlar. Yalnız bazı zaîf ve yeni müştakları bulandırsa da vazgeçiremiyorlar.” (Emirdağ Lâhikası)

“Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurlarıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı âmmeden düşürmek; Risale-i Nur’a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki benim bir fâni dilime bedel Risale-i Nur’un yüz bin nüshalarının bâki dilleri susmaz, konuşur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlarla o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, kıyamete kadar devam ettirecekler.” (Tarihçe-i Hayat)

“Bâki bir hakikat, fâni şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikata zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye maruz ve mübtelâ şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır.” (Emirdağ Lâhikası)

Bu hakikatlere, bu ehemmiyetli düsturlara binaen, bizlerin de hizmette en ziyade dikkat etmemiz gereken hakikatlerden birisi, şahsımızı öne çıkarmamak, hakikatlere perde değil ayine olmaktır. Ayine ne kadar temiz ve şeffaf olursa, yansıttığı şeyi o nisbette tam yansıtır. Biz şayet benliğimiz ile hakikatleri birleştirirsek, hakikatler gölgelenir, yansıtmak hususiyeti tam manasıyla olmaz. Şahsımızın kusurları hizmete mâl edilir. Burada takip edilecek yol, lâhikalarda Üstad Bediüzzaman’ın tarif ettiği şekilde enaniyeti, benliği, kardeşlerimizde ve hakikatlerde tamamen eritip, ihlâsla, yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışmaktır. Tâ ki Kur’ân hizmetine zarar gelmesin, kusurlarımız noksanlıklarımız hizmete zarar vermesin. O noktadan bu düsturun ehemmiyeti çok büyük.

*Meşveret, Risale-i Nur Külliyatı’nda dikkatle nazara alınmış, hatta hizmetin bir modeli olarak ortaya koyulmuştur. Meşveretin ehemmiyetinden bahseder misiniz?

Kur’ân’ı Kerîm’de mealen: “İşlerinde onlarla istişare et” (Âl-i İmran, 159) emriyle, Kardeşlerimle Bir Meşverete Muhtacım.” başlığı ile başladığı Emirdağ Lâhikası’ndaki bir mektubunda, hem âyetin emri olması ile istişarenin farziyeti, hem de Üstadın ifadesi ile istişareye muhtaç olmamız; hizmet içerisindeki hareket tarzımızın, fiillerimizin ölçüsünü de vermekte. Esasında istişare hakikati, ezelden bize verilen ilk derslerdendir. Cenab-ı Hakk’ın, insanların yaratılışına dair melekler ile istişaresi, “…mukavele ve muhavere şeklinde müşavere üslûbunu insanlara öğretmek içindir. Yoksa Cenab-ı Hak müşavereden münezzehtir.” (İşârât-ül İ’caz) hakikati ile de bu mevzuda bizlere çok mühim bir ders vermektedir.

Peygamber Efendimiz (asm) ile sahabelerin hayatlarına baktığımızda, bu zamana gelip Üstad Hazretleri’nin ve abilerin hayatlarına baktığımızda, istişare, hem hayatın içerisinde, hem de hizmet içerisinde çok temel bir hakikattir. “İşlerinde istişare et” âyetinden çok açık olarak anlıyoruz ki, iş/fiil olarak yapacağımız her bir şeyde istişare etmemiz isteniyor.

Bizim istediğimiz neticeyi onaylayabilecek, istediğimiz cevabı verebilecek kişilerle değil, o işte ehil ve istikametli olduğunu bildiğimiz kişilerle istişare edilmesi; istişare edilirken istişare ismi altında gıybet kapsamına girmemesi için mevzuların çok hassasiyetle ifade edilmesi; istişarenin Allah rızası için olduğuna en büyük alâmet olarak, çıkan neticenin benim istediğim şekilde olmaması halinde kalbimde bir teessür olmaması ve neticeye itiraz edip fikrime ikna etmeye çalışmamak ki, -bunların olması durumunda ihlâsın sorgulanması gerekir. İstişare neticesini tatbik etmek gibi hakikatler, istişarede dikkat etmemiz gereken hususlardır.

*Hizmette uhuvvetin, tesanüdün tesisi ve devamlılığı hususunda tavsiyeleriniz nedir?

Yine burada bir lâhikadan bir paragraf ile başlayayım: “Biliniz, kardeşlerim ve ders arkadaşlarım! Benim hatamı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacağım. Hattâ başıma vursanız, Allah razı olsun diyeceğim. Hakk’ın hatırını muhafaza için, başka hatırlara bakılmaz. Nefs-i emmarenin enaniyeti hesabına, Hakk’ın hatırı olan bilmediğim bir hakikatı müdafaa değil, alerre’si vel’ayn kabul ederim.” (Barla Lâhikası)

Bu çok ehemmiyetli olan düstur ile birlikte, Üstadın “Sakın, sakın, sakın! Çabuk bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz. Vallahi bu hâdisenin bizim hapse girmemizden daha ziyade Kur’ân ve iman hizmetimize -hususan bu sırada- zarar vermek ihtimali kavîdir” diye ifade etmiş olduğu bu ve bunun gibi birçok mektubu okuyup, tarz-ı hareketimizi, doğru hareket tarzlarını lâhikalarda bulabiliriz.

Üstadın lâhikalarda “Sakın! Sakın!” şeklinde iki kez pekiştirme ifadesi ile men etme kelimesini defalarca kullandığı tek mevzu, uhuvvet mevzusudur. Sakın sakın şu ibadeti şöyle yapmayın vb. bir ifade yok iken, uhuvvete dair çok fazla mektup vardır. Sebebi ise, hizmet-i Kur’ân’a çok ciddî zarar vermesi. Yani iki şahsın arasındaki sıkıntı iki kişide kalmıyor, bütün dünya üzerinde hizmet eden Nur Talebesi kardeşlerin hizmetlerini de etkiliyor. Dünya üzerindeki iman ve küfrün harbinde düşmana kuvvet vermektir.

‘Hakikat Çekirdekleri’nde Üstadın ifade ettiği bir hakikat çok ehemmiyetli. Diyor ki: “Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasi edilse; ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.”

Yani bizim dâvâmız, Kur’ân ve iman hizmetinde bulunmamızdaki maksadımız, hedefimiz, hep taze ve canlı tutulmalı. Tâ ki maksadım, dâvâm uğruna hayatım feda olsun diyebilelim. Şayet bu maksat ne zaman ki unutulursa, o zaman değil hayatın fedası; hisleri, nefsi ve enaniyeti bile feda edemeyecek hâle geliniyor.

Üstadın “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müdhiş yangın karşısında bu küçük hâdise, bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler…” diye ifade ettiği hakikate baktığımızda, hepimizin karşısında bu müthiş yangın var. Ne zaman ki o yangını unuturuz yahut yangının idrakinde olmayız, o zaman yolda karşılaştığımız küçük engellere takılıp kalırız. Ve o da bizi maksada gitmekten geri bırakır.

LÂHİKALARI ÇOK OKUMAK GEREKİR

Lâhikaları çok okumak ve başkasının nefsine değil kendi nefsimize okumamız gerekiyor. Bizim haricimizde gelişen, kardeşlerimizin arasında olan sıkıntılı hallerde, hizmetteki diğer kardeşlerimiz ile de nasıl bir yol izleyeceğimizi istişare ederek; yıkıcı değil yapıcı olmak, şahsa tarafgirlik değil hakikatlere tarafgir olmak, hakikati kırıcı, rencide edici olmadan güzel bir üslûp ile ifade etmek, hızlıca olayın tamirine gayret edip, mevzuyu uhuvvet ve muhabbet neticesi ile kapatmak gerekir.

Üstadın ihlâs ve sadâkat timsali olan talebesi Hulusi Yahyagil abinin bu konuya dair ifadeleri ile konuya hitam vermiş olalım: “Ben size bir şey söyleyeyim mi, bir sır vereyim mi? Nur Talebesinde uhuvvet ruhu gelişmezse, o Nur Talebesi’nde marifet sırrı da gelişmiyor açılmıyor. Çünkü uhuvvet, Risale-i Nurun şahs-ı manevisinin ruh-u manevisi hükmündedir. Uhuvvet, dâvânın kayyum-u manasındadır. Uhuvvet ruhu çökünce, Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine de, alâkadarlık noktasında gelen füyuzat artık gelmiyor. Risale-i Nur Talebesi Risaleyi okuyor, malûmat  artıyor, fakat marifeti, istikameti ve ihlâsı artmıyor.” (Hulusi Yahyagil’in hatıratından)

*Ömer Ağabey, gerek Zübeyir Ağabey gerekse Bayram Ağabeylerle yıllarca kaldınız. Onların hizmet noktasındaki hassasiyetleri nelerdi, anlatır mısınız?

Benim bütün abilerde bizzat gördüğüm hassasiyetleri; Risale-i Nur’da geçen hakikatler muvacehesinde, düsturlar ve lâhikalar rehberliğinde, rıza-i İlâhî’ye uygun, Sünnet-i Seniyye dairesinde bir hayat yaşamaları; ve hizmet içerisinde de doğrudan doğruya Üstad’dan gördükleri hizmet tarzını esas almalarıdır. Hizmet içerisinde ihtilâflı bir durum olduğu zaman Zübeyir Ağabey, “Kardeşim Risale-i Nur’da geçiyor mu, getirin gösterin” derdi.

*Ömer Ağabey, siz de 1970’li yıllarda Medrese-i Yusufiyeye celb edildiniz, sebebini ve varsa hatıralarınızı anlatır mısınız?

1971’deki ihtilâlden sonra, Ankara’da Dışkapı Nur Apartmanı’nda kardeşlerle yatsı namazını kılarken baskın oldu. Mustafa Türkmenoğlu, Recep Kök, Recep Yanar, Erol Çınar ile beraber götürüldük. Bana Bayram Abiden haber geldi ‘bütün mesuliyeti üstüne al’ diye. Dershane kimin, eserler kimin, eşyalar kimin diye ne sorsalar hepsine de “benim” diye cevap verdim. Mustafa Türkmenoğlu Abi ile ikimize 7 sene, diğer kardeşlere 3 sene mahkûmiyet verildi. O dönemde aynı hapiste kaldığımız Deniz Gezmiş’ler ve diğer komünistler için çıkarılan af neticesinde, biz de 3 yıl 1 ay Yusufiyede kaldık.

HAPİSHANEDE RİSALE-İ NUR DERSİ YAPTIK

Nur’un girdiği her yer aydınlanır. Keza bu hapishane de zaman içerisinde medreseye inkılâp etti. Ramazan ayına mahsus olmak üzere cemaatle namaz kılınması için büyük bir sinema salonu tahsis edilmişti. Her sene Ramazan’ın ilk günlerinde dörtte üçü dolu olup, ortalarında cemaat yarıya düşer, sonlarına doğru da iyice azalırmış. Bizim gittiğimiz Ramazan ayında, namazlardan sonra 19. Mektuptan okumaya başlayınca, salonun kalan kısmı da doldu.

Sahneye sandalyeler koyuluyordu. Salonun tamamen dolması ile sahnedeki sandalyeler de koridora çıkarıldı, sahne de cemaat ile doldu. Orası da dolunca cemaat koridora taştı.

Risale-i Nurlar’ın bütün kalp ve ruhları cezbettiğini, bütün insanlığın bu hakikatlere ihtiyacı olduğunu, mahpuslara ıslah için Risale-i Nurlar’ın çok elzem olduğunu, Nur’un ışığının girdiği yerde karanlığın azaldığını, hizmet etmek için hangi durum ve şartta olursak olalım niyetimizde hizmet gayesinin olmasının ehemmiyetini bizzat müşahede etmiş olduk Elhamdulillah.

*Ömer Ağabey, hizmette taallûk çok işleriniz var, daha fazla sizi meşgul etmek istemiyorum, son bir soru ile müsaade isteyelim. Bediüzzaman Hazretleri’nin, Nesl-i âtî diye vasıflandırdığı arkadan gelen gençlere neler tavsiye edersiniz?

Bu değişen zaman ve asırda, ahir zamanın sonlarında olduğumuz şu vakitlerde, müjde olarak verilen İslâmiyet’in bütün dünyaya galip olacağı, bütün dünyanın daha da ziyade Kur’ân hakikatlerine ihtiyacını şedid bir surette hissedeceği bir zaman diliminde olmak hasebiyle, kendimizi bu yeni dünyaya çok iyi hazırlamamız gerekiyor. En evvel kendimiz için Risale-i Nurla’rı her daim ciddiyetle, devamlı olarak okumak; sonra da başkalarının imanlarını kurtaracak surette gayretle, ciddiyetle, ihlâsla, şuur ile çalışmak; Risale-i Nur’un imanî bahisleri ile imanımızı kuvvetlendirip, lâhikalar ile de istikametli tarz-ı hareketi öğrenip, bu hizmeti hayatımızın en büyük maksat ve gayesi bilmeliyiz.

*Bana sağladığınız bu imkân için teşekkür ederim.

Biz de size teşekkür ederiz. Allah’a emanet olunuz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*