Her zaman, şükretmenin zamanı

Şükretmek, bir manasıyla, nimeti; ondan da öte mün’imi-i hakîkîyi, yani nimetleri vereni fark etmek olduğuna göre, her zaman, şükretmenin zamanı.

Biçmek için ekmek; “ekmek” için de, şükranımızı arz etmemiz gerekiyor her şeyi bulabildiğimiz, bulduğumuza erebildiğimiz için.

Varlıkta da, darlıkta da Cenab-ı Hakka her hâl üzere şükretmek; Onun tayinine, takdirine inkıyâd etmek; O’nun rızasına uygun hareket etmek, kul olmanın icabı.

Çünkü hiçbir şey, O’nun dilemesinden müstağnî olamaz; dilemezse, hiç kimse, yerden bir çöp alamaz.

Bakınız, bu hususa ayine kabilinden ibret-nümâ bir olay:

Rivayet o ki, bir gün Musa Aleyhisselâm bir yerden bir yere giderken karşılaştığı bir ümmeti kendisine;

“Yâ Musa! Elimdeki servetin hakkından gelemiyorum. Rabbimize söyle de, artık vermesin” der. Biraz sonra rastladığı ve dünya malı olarak vücudunun ancak belinden aşağısını örtebilen peştamaldan başka bir şeyi bulunmayan bir başka kimse,

“Ey Musa!” diye seslenir ve kaba bir üslupla,  “Rabbine söyle de, bana bir şeyler versin” der.

Hz. Musa, Cenab-ı Hakka münacatı esnasında bu iki talebi arz eder.

Cenab-ı Hak, cevaben:

“Yâ Musa! Birinci kuluma söyle, onun malı daha da çok artırılacak. Çünkü o, bana çok şükrediyor. İkincisi ise, hâline razı olsun” buyurur.

Hz. Musa Rabbine mülâki olup Tur Dağından dönünce, önce zengin kimseye murad-ı İlâhî’yi bildirir ve kendisinin daha da zengin olacağını söyler. Diğerini de bulup, ona da, “Cenab-ı Hak senin için; ‘Hâline razı olsun’ buyurdu” der. Bunu duyan peştamallı fukara,

“Şu hâlime bak! Bunun nesine razı olacağım?” diyerek, itiraz vâri serzenişte bulunur.

İşte, tam o anda şiddetli bir fırtına, bir rüzgâr çıkar, ortalığın altı üstüne getirir; fukaranın belinden, peştamalı götürür. Şaşkın ve nâçar kalan fukara, hatasını anlar; bir taraftan elleriyle örtünmeye çalışırken, mahcup bir tavırla;

“Aman yâ Rabbi! Verdiğine şükürler olsun. Meğer beterin, beteri varmış” der.

Buradan alınması gereken mesaj olanların, olayların; verilenin, alınanın, kısacası; elimizde bulunanın ya da bulunacakların, Kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan Zâtın takdiri oluşudur.

Hikmetini biz bilemeyiz. Bilinmesi gereken, her şeyin, Âlemlerin Rabbinin malûmatı dairesinde cereyan edişidir.

Maruz kaldıklarımıza, mecbur olduklarımıza; gelene, gidene; azına, çoğuna gönül ferahlığı ile rıza gösterip, tevekkül etmemiz gerekir.

Malûmdur ki imtihanın ne zamanını, ne zeminini; ne rengini, ne de kendini bilmemiz mümkün değil. Zira her anımız, her hâlimiz imtihan!

Vaziyet böyle olduğuna göre;

Sızlanmanın kimseye ne faydası olur ki?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*