Hz. Musa’ nın kayığı, Said Nursi’nin gemisi

Ulu’l-azm ve kendisine kitap verilen dört Peygamberden biri olan Hz. Musa’nın (as) kıssasını, çok kimse bilir.

O asırda, Firavun’un zulmü arşa kadar yükselmişti. Yahudilere çok zulüm ediyordu. Kendisini inkâr demek olan küfre müsaade eden Allah, zulme müsaade etmezdi, etmeyecekti de…

Firavun bir gece rüyasında tacını, tahtını, başına geçirecek bir erkek çocuğun Yahudiler arasından zuhur edeceğini gördü. Ve o anda doğan bütün Yahudi çocuklarının öldürülmesini emretti.

Zalimlikte hudud tanımayan bu şeddatlık, tarih boyunca bütün zalimlerde olagelmiştir. Nemrut’undan Firavun’una, Neron’undan Deccal’ine, Süfyan’ına kadar, şekil farklı olsa da zulüm, katl ve cinayet aynı oluyordu.

Firavun’un adamları tek tek Yahudi evlerine baskın yapıp yeni doğan kız çocuklarını ayırıp, erkek çocuklarını vicdansızca katlediyordu. O anda yeni doğan çocuklardan biri de, Hz. Musa (as) idi. Annesi, sevk-i ilham-ı İlâhî ile bir plân yapıyordu, daha doğrusu, onlara o plân Rableri tarafından yaptırılıyordu.

Bebek Musa’yı, küçücük bir kayık misâli salın içine koyup, Rabbine emanet edip, Nil Nehri’ne bırakıyorlardı. Nehirde yüzen, bebek Musa’nın kayığı, Firavun sarayının önünde bir yere takılıyor, bunu gören Firavun’un hanımı Âsiye validemiz, Firavun’un itirazına rağmen, evlâdlık olarak alıp, sarayda büyütmeye başlıyor. Tabiî kıssa uzun. Neticede Firavun’un korkulu rüyası başına geliyor, tahtı, tacı başına yıkılıyor. Hz. Musa imanı, Firavun küfrünü yıkıp, yerle bir ediyor.

Gelelim, Said Nursî’ nin gemisine… Onun öyle, gemisi memisi yok haaa. Bu başka bir gemi.

Ömrünü, İslâmın saadet ve selâmeti ile “ittihad- ı İslâm” dâvâsına adamış olan ve bu uğurda yârdan, serden geçen Üstad, Osmanlı’nın yıkılmasına mâni olmak için çok gayret etmiş, ama muvaffak olamamıştı.

Birinci Cihan muharebesinde, fahrî alay kumandanı olarak Şark cephesinde talebeleriyle birlikte, Rus ve Ermenilere kök söktürmüş, vatanın müdafaa ve istiklâlinde büyük kahramanlıklar göstermişti.

İngilizlerin İstanbul işgalinde de onların korkulu rüyası olup, halkı İngilizlere karşı cihada sevk etmişti. O günlerde TBMM’nin açılış hazırlığı vardı. Üstadın; cihad, muharebe ve mücadelesini bilen M. Kemal, “Bu kahraman hoca bize lâzımdır” deyip, bir-iki şifreli telgrafla Ankara’ya, Meclisin açılışına dâvet ediyor. Üstad da, İngiliz işgali devam ettiği için, Ankara’yı kastederek;  “Ben, cebheyi, cebhe gerisine tercih ederim” deyip, Ankara’ya gelmek istemiyor. Artık M. Kemal, Üstadın, hatırını kıramayacağı eski dostlarını (Mehmed Akif Ersoy gibi) araya sokarak Ankara’ya gelmesini sağlıyor.

Ankara’daki rüzgârın, istiklâl mücadelesindeki beyanatlarla, tamamen ters bir yöne doğru esmesini hissedip, âhirzaman hadiseleri ile alâkalı hadis-i şerifler muvahecesinde, orada durmayıp Van Erek Dağı’nda inzivaya çekiliyor.

Daha sonra, Şeyh Said kıyamından evvel, onun Üstaddan destek istemesi ve Üstadın  da hem desteği reddedip hem de hareketinden vazgeçmesine dair yolladığı mektuba kulak asmayıp, kıyama kalkması ve neticede de bir çok masumun canının yanmasına sebep olan hadiseler neticesinde, Şark’taki nüfuz sahibi zatlarla beraber, Üstadı da menzilinden alıp artık kendi topraklarına dönmemek üzere sürgüne çıkarıyorlar .

O zamanın nakil vasıtaları vaziyetine göre; Ağrı, Erzurum üzerinden Trabzon’a, oradan da işte başlıkta söylediğimiz gemi ile (Said Nursî’nin bindiği gemi) Antalya, Burdur ve devamında Isparta üzerinden Barla’ya getiriliyor.

Gerçi, getirtenin fikri başka. Benim, 1979-80 Isparta Mevlidi’ne gittiğimde ilk defa gördüğüm ve bir dağın dibine dayanarak, sanki dünyanın bittiği bir yer gibi gelen Barla’ya, “ücra bir köşede, unutulsun, ölsün” fikri ile sürülüyor.

Ama kaderin ve sevk- i İlâhinin neticesinde, Üstad Said Nursi’nin uzun yolculuğunu yaptığı gemi, onu, aynen Hz. Musa’nın kayığının, Firavun sarayına götürdüğü gibi, saraya götürmese de Üstadın “Saraylara değişmem” dediği Erek Dağı’nın uzaklığına göre, şeddatların daha yakınına getiriyor. “Din öldürülecektir! Dinsiz bir nesil yetiştirilecektir!” plânlarına karşı, Cenab-ı Hakk onu, bu asrın Kur’ân tefsirini yazması vazifesi ile o fikirleri yerle bir edecek, atom  bombası mesabesindeki Kur’ânî silâhlarla beyinlerini dağıttırıyordu.

“Dinsiz nesil yetiştirilecektir!” plânlarını âkim bırakacak derecede “Dindar bir nesil” yetiştirip, bu vatan ve bu milletin, dinsizlik girdabından kurtulmasına vesile oluyor elhamdülillah.

Allah ondan razı olsun.

Makamı Cennet olsun aziz Üstadın.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*