İç sıkıntıları ve gönül ferahlığı

İnsan yaşadığı hayat boyunca türlü türlü halleri kalbinde ve ruhunda hisseder. Bazen olur mânevî olarak tutukluluk hâli, gönül darlığı, sıkıntı hisseder, bazen de kalbi genişler, zihni en muğlak meseleleri çözebilecek seviyeye gelir, sevinç hâlleri yaşar.

Havf ve reca ile karıştırılan bu haller, aslında kabz ve bast halleridir. Yani mutlak ümit ve mutlak ümitsizlik bir sonuçtur ve hastalanmadır. Kabz ve bast halleri ise, bir süreç ve haldir.
Havf ve reca her şeyden önce bir inanç işidir. İnanan insan ümitli ve ümidi de inancı nispetindedir. Kabz ve bast halleri ise, her mertebede, her makamdaki kişilerde görülebilir.
Allah’ın Kâbıd, Bâsıd isimlerinin bir tecellîsi olarak Allah bazen kalbi, inşiraha gark eder, bazen de ihsan ve lütuflarını keser, gönül ferahlığını alır. Kabz hali, sıkıntı verme halinden çok Cenâb-ı Hakk’ın gönül ferahlığı ve inşirahı alma hâlidir. Böylelikle ruh, Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla ferahlanamaz ve sıkıntıya düşer.
Bu isimlerin tecellileri her insanda olur. Fakat inanç zaafiyeti olanlarda bu kabz tesirleri bunalım, stres şeklinde belirti gösterir. Bu hal intihara kadar sürükleyebilir.
İnanan insanlarda ise kabz hali, kalbi Cenâb-ı Hakk’a götüren sığınmaların, tövbe ve istiğfarın arttığı bir hal olarak değerlendirilir.
İç sıkıntısı dediğimiz kabz halleri bazen uzun, bazen de kısa olabilir. Allah’tan uzaklaşma, gaflet ve günahların neticesinde de oluşabilen bu hâl süresince tövbe ve istiğfara yönelmek, sıkıntı halinin süresini kısaltabilir. Zira kabz halinin uzun sürmesi insanı ümitsizlik hastalığına atacaktır.
Kalpleri evirip çeviren Allah’tır. Bu yüzden insan sürekli bir duâ hali, tazarru ve niyazla iç sıkıntısı hallerinde Rahmet kapısından ayrılmamalıdır. Bu yaşadığı halleri bir imtihan bilmesi, kulluktan hiçbir şekilde taviz vermemesi gerekir.
Kalbin kabz ve bast hallerinin elbette hikmetleri vardır. Zira insan hızlı gelip geçen gündemler ve dünyanın cazibedarlığı ile kendini ihmal etmekte, muhasebe ve murakabe yapamamaktadır. Enfüsî tefekküre bir kamçı olabilir.
Hassas yapılarda, duyarlı insanlarda bu haller daha çok hissedilir. Kendinde ve yakın çevresinde olmasa bile manevî havanın nasıllığı böyle insanları kabz haline veya bast haline sokabilir.
Bediüzzaman’da da bu haller görülmektedir. Talebelerinin başına gelmiş olan veya Risâle-i Nur hizmetindeki sıkıntıları, ruhunda, kabz hâli olarak hissetmiş, bunları mektuplarında zikretmiştir.
Ruhun bu hallerini kalbinde hisseden hassas ve duyarlı insanlar aslında büyük şeyler yapabilecek, himmetleri büyük dava insanları olmaya namzettirler. Zira başkalarının sıkıntılarını veya sevinçlerini ruhunda hissetmek yüksek ruhların şe’nidir. Fakat bu halleri okuyamayan ulvî dâvâlar içinde şahs-ı manevinin bir ferdi olamayan insanlar maalesef kısır döngülerin içinde, nefsin pençesinden kurtulamayan depresif kişiler olacaktır. Bu hassas halleri kazanıma çevirmek, himmeti milleti olacak bir ruha sahip olabilmek, kabuğunun içinden çıkamayan, şahs-ı manevinin bir azası olamayan, iman ve Kur’ân hizmetinde bulunmayan insanların yapacağı bir şey değildir.
Kabz hali kadar, bast hali de tehlikelidir. Bast halinde insanın kalbi bir çok hakikate açıktır. Fakat kalbe gelen inşirah hâli hayatının diğer bütün karelerini silip âna hapsedebilir. Geçmiş ve gelecek kişinin nazarında kararabilir. Sürekli bir bast halinde olmak tehlikelidir. Zira sebebini bilmediği bu iç rahatlığı kalp neşesi ile yerinde duramayan bir hâl sergiler. Fakat bu halde bile yine tövbe ve istiğfar yapmak lâzımdır. Çünkü bast hali de insanı gaflete sürükleyip yanlışa atabilir. Enaniyet ve riya ortaya çıkıp kalbindeki ferahı kendine mal edebilir. O halde, insan kayıpta da kazançta da, başarıda da başarısızlıkta da kabz hâlinde de bast halinde de tövbe istiğfar yapmalı ve Allah’a yönelmelidir. İlâhî ihsanları idrak edememek, şükredememek, kadrini bilememek gibi gaflet hallerine düşmeyi netice verebilir. Bu yüzden bast kabza, kabz hali de basta ihtiyaç duyar. İnsan İlâhî nimetler kesildiğinde, gönül huzuru bittiğinde ancak onların kıymetlerini anlayıp, nimetlere hakikî şükür edebilir.
Kalpleri Allah’tan başka kimse bast edemez. O’nun lütfuyla insan ancak ferahlayabilir. Kastamonu Lâhikası’nda Bediüzzaman şöyle bir tesbitte bulunmuştur: “Sâir teellümat-ı ruhaniye ise, sabra, mücahedeye alıştırmak için Rabbânî bir kamçıdır. Çünkü emn ve ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf ve reca muvazenesinde sabır ve şükürde bulunmak için, kabz-bast hâletleri celâl ve cemâl tecellisinden intibah ehline gelmesi, ehl-i hakikatçe medar-ı terakkî bir düstur-u meşhurdur.”
Buradan da anlaşılıyor ki, ruhun değişik halleri, sıkıntılar insanları sabra ve nefisle mücahedeye alıştırmak için verilen Rabbani birer kamçı gibidir. Bu haller, ülfet perdelerini yırtmaya, gafleti dağıtmaya yöneliktir. İnsan hissettiği bu durumları iyi okursa ve gereklerini de yaparsa, ruhen yıpranmaz. Fakat vartaları da mevcuttur. Sıkıntı ve gönül darlığı hallerinde insan eğer sabra alışmazsa, sabırla hareket etmezse, ye’se düşebilir. Rahat ve huzurlu dönemlerinde de şükür ihmâli yapar, havf dengesini bozarsa, kendisini rehavete atıp yine kayba düşebilir.
Mutlak yeis de, mutlak emniyet hâli de küfürdür. Dolayısıyla kabz hâlinin yeise yuvarlanmadan celâlî bir tecellî olduğunun farkına varmalı, sabır ve duâ ile sığınmalar arttırılmalıdır. Bast halinde de mutlak bir emniyet hissetmeden cemâlî bir tecelliye mazhar olduğunu düşünüp, şükrün arttırılması, istikameti netice verecektir.
Hâsılı, şunu da bilmek gerekir ki, kabz hali de bast hali de İlâhî irade iledir. Bu hallerin her ikisi de hem kazanım, hem de tehlikeli olabilir. Bu yüzden her iki halde de tövbe istiğfar yapılmalı, işlenen günahlar hemen tövbe ile temizlenmelidir. Hatta yapılan hataların akabinde hayır yapmak, kabz hâlinin kalkmasına veya kısalmasına vesile olabilir. Gönlün sıkıldığı anlarda, kalbin daraldığı zamanlarda aynen öfke anındaki Peygamber tavsiyesi tutulabilir. Yalnız isek konuşup dertleşecek samimî dostlar bulmak, kalabalıkların arasında isek uzlete çekilmek, huzur ve sakin ortamlarda muhasebe ve murakebeye dalmak gerekir. Güzel nasihatler verecek, şevk ve gayrete getirecek arkadaşlarla beraber iman hakikatleri müzakerelerine katılmak, Kur’ân dinlemek bu halleri hafifletecektir. Burada asıl olan, insanın hiçbir ümit ışığı göremediği kadar karardığı bu ruh hallerinde, bunun Allah’tan gelen bir imtihan olduğunu bilmesi ve ümitsizliğe vardırmamasıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*