İman esasları bir bütündür

Varlık âlemindeki her vücut, mükemmel bir sanat eseridir. İnsanı inceleyen tıbbın bütün dalları, onun harika bir sanat eseri olduğunu söylemektedir. Diğer varlıkları inceleyen ilim dalları da aynı şeyi söylemektedir. Her varlık mükemmel bir denge göstermektedir. Bir ağaca, bir bitkiye, bir hayvana bakıldığında onların da mükemmel bir sanat eseri olduğu görülecektir.

İçinde yaşadığımız dünyaya ve kâinata ilim gözü ile bakan her insan, akıllara hayret veren o muazzam nizam ve intizamı görecektir. Onun sanatkârı, ihtimaller içerisinden en mükemmelini seçerek varlık sahasına onu çıkarmıştır.

Bu sanatlar, müthiş sırları içinde barındırmaktadırlar. Bu durum, onların kasten böyle düzenlendiğini göstermektedir. Böyle harika bir sanat eseri, sanatkârsız olamaz. Böyle bir resim, ressamsız olamaz.

Böyle harika bir sanat, elbette teşhir edilecektir. Sanat eserleri teşhir salonuna dizilecek, gezme kuralları belirlenecektir. Teşhir edilmeyen bir sanat eserinin farkına kim varacaktır?

Sanatkâr, sanatındaki inceliklerin görülmesini istiyor.

Sanatındaki incelikleri anlatacak ve o sanat galerisini gezme kurallarını öğretecek bir rehbere ihtiyaç olacaktır. Bu rehber, kendisinin görevli olduğunu; elinde bunu belgeleyen belgelerin bulunduğunu; sanatı ve sanatkârı tarif edeceğini; bu sanat eserlerini gezmenin âdâbını, kurallarını öğreteceğini ifade edecektir. Sanatın ve sanatkârın doğru anlaşılması için buna ihtiyaç vardır.

Şayet böyle bir görevli olmazsa, o teşhir salonunu doğru şekilde gezmek mümkün olmayacaktır. Teşhir edilen sanatın incelikleri de anlaşılmayacaktır. O zaman, bu teşhirin ve onun sergilendiği galerinin ne anlamı olur? Sanatkârın, seyircilere göstermek istediği hünerleri nasıl bilinir?

Madem ki, bu teşhir salonunu gezmenin bir usûlü var, o zaman özel elemanlar tarafından, buraya gelenlerin her hali tespit edilecektir. Kurallar, uygulanmak için konulur. Kimin doğru davranıp kimin yanlış yaptığı kayıt altına alınacaktır. Ziyaretçilerin, sanatı ve sanatkârı ne şekilde anladıkları, bu özel elemanlar tarafından bir bir tespit edilecektir.

Bütün bu kayıtların ve tespitlerin arkasından, doğru hareket edenlere mükâfat, yanlış yapanlara bir ceza verilmeyecekse, bu işlemlerin ve emeklerin hepsi boşa gidecektir. Harika bir sanatkâr bunu yapmaz. Bu kadar emeği boşa salmaz.

İnsan ve içinde yaşadığı kâinat, Allah tarafından yapılmış böyle harika bir sanat eseridir. Müthiş sanat inceliklerine sahiptir. İnsanı ve kâinatı, sanatın bütün incelikleri ile donatan Yaratıcı, bu ince nükteleri insanın okumasını istiyor. Onun başına takılan nimetleri iyi okumasını ve onları kendisine bahşedeni takdir etmesini istiyor. Göz, kulak, ağız gibi nimetlere dikkat çekip, bunların ne büyük nimetler olduğunu anlayıp, geri dönüp bunu verene karşı minnet ve şükran duyguları içinde olmasını bekliyor.

İnsanın, önce kendisini tanımaya ihtiyacı vardır. Önce kendisini tanıyacak, sonra başını kaldırıp bütün kâinatı anlamaya yönelecektir. Kendisini tanıyıp, çevresini anlayıp, oradan kendini yaratıp terbiye eden Rabbine karşı nasıl davranması gerektiğini, o rehber anlatacaktır. O rehber de peygamberdir. Onun peygamber olduğunu gösteren belgeler ise, mucizeleridir.

O rehberin elindeki en büyük nişanı, Rabbinin kendisini görevlendirdiğine dair eline verdiği fermanıdır. O fermanda, onun elçi olduğu, insanı ve kâinatı doğru anlatacak kişinin o olduğu ifade edilmektedir. İnsanı ve kâinatın sırlarını açıklayacağı yazılmaktadır. Ben kimim? NerEden geliyorum? Burada vazifem nedir? Buradan nereye gideceğim? Bu soruların mükemmel ve ikna edici cevabını ancak o rehberler vermektedir. Şu harika nizamın sahibi, hiç yanılmıyor, şaşırmıyor, unutmuyor. Bu insanları da başıboş bırakmayacaktır. Arıyı beysiz, karıncayı emirsiz bırakmayan o yüce yaratıcı, insanları da nebisiz bırakmayacaktır.

Bütün bu nimetler karşısında her insan ellerini kaldıracak ve şöyle dua edecektir:

“Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, membalarını göster; ve bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme; bizi huzuruna al, bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb’îd ile tazip etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raiyyetini başıboş bırakıp idâm etme” ( Nursi, Bediuzzaman Said, Sözler, /e risale, s. 86) Bu harika sanat eserlerinin sahibine minnet ve teşekkürünü arz edecektir.

İman esasları, bir zincirin halkaları gibi birbiri ile kenetlenmiş vaziyettedir. Biri olmadan diğerleri de olmaz. Onlar birbirine hem delil, hem de netice olmaktadırlar. Yani, Allah gönderdiği peygamberini destekleyecek, onun peygamber olduğunu gösterecektir. Peygamber de dönüp Allah’ı anlatacaktır. Allah, âhreti getirecektir. Ahiret gelecekse, onu ancak Allah getirecektir. Öyleyse Allah da vardır.

Ahiretin geleceğini vadeden Allah’tır. Allah bu va’dini, bir melek olan Cebrail (a.s.) aracılığı ile Peygamberimize (a.s.m.) bildirmiştir. Bu hükmü insanlara tebliğ eden ise peygamberler ve özellikle bizim peygamberimizdir. Allah, bu durumu, geçmiş bütün kitaplarla birlikte son kitap olan Kur’an-ı Kerimde haber vermiştir. Dünyanın kader programına, ahretin geleceği de bir hüküm olarak konulmuştur. Böylece, iman esasları bir zincirin halkaları gibi birbiri ile kenetlenmiş vaziyettedir. Bunlardan birini reddetmek, hepsini reddetmek anlamını taşır.

İlâhî dinlerin tamamı bu altı iman esası üzerinde ittifak etmişlerdir. Bütün peygamberler ve semâvî kitapların tamamı bu altı esası ders vererek gelmişlerdir.

Peygamber Efendimiz (asm) bu durumu şu şekilde ifade buyurmuştur:

“Ben ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli söz: ‘La ilahe illallah / Allah’tan başka ilah yoktur.’ hakikatini ifade eden sözdür.” (Tirmizi, Daavat, 123)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*