İman bir nurdur

Meşhur kelam alimi Sadettin-i Taftazaninin tarifine göre iman; “Cenab-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur” Bu tarifi biraz açarsak, şunları ifade etmek mümkündür. İman, Cenab-ı Hakkın beşerin vicdanına ihsan ve ilka ettiği bir nurdur. Vicdanın iç yüzünü tamamıyla aydınlatır. Bu sayede bütün kainatla barışık ve tanışık hale gelir. İnsan vicdanında kainata karşı bir emniyet ve güven duygusu meydana gelir. Bütün kainat ve kainatın içindeki her mahluk Allah’ın kulu olmak cihetiyle omuz omuza gelir ve marifet kazanır.

İnsanın kalbinde öyle bir manevi kuvvet husule gelir ki, insan o kuvvetli duygu ile bütün kainat musibet haline dönse onlara karşı mukavemet eder, dayanır. Duygu ve düşüncelerine öyle bir genişlik verir ki bütün geçmiş ve gelecek zamanları ihata edecek bir genişlik elde eder. Aklın ve ilmin vüs’ati nispetinde geçmiş ve gelecek zamanları kucaklayacak bir genişlik elde eder.

İman ebedi saadet olan ahiretten bir parıltıdır. Bu parıltı vicdanda bulunan bütün emel ve istidatların tohumlarını açar. Bir Tuba ağacı gibi neşvünema verir. Ebediyet yurdu olan Cennet’e doğru hareket eder ve insanı oraya layık bir vaziyete getirir. (İşârâtü’l-İ’câz Sayfa 46)

İnsan iman nuru ile yücelerin en yücesine çıkar. Cennet’e layık bir kıymet alır. Küfrün karanlığı ile de aşağıların en aşağısına düşer; Cehennem’e ehil bir derekeye düşer. Çünkü iman insanı Allah ile irtibatlandırıyor. İman bir intisaptır. Sanatın sanatkarı ile irtibat kurmasıdır. Sanatın kıymeti bu sayede açığa çıkar ve değer kazanır.

Küfür, sanatın sanatkarı ile olan bağını koparmasıdır. Sanatkarın ışığının sanat üzerinden çekilip sönmesidir. Dolayısı ile sanatkarın sanat üzerindeki ışığının gizlenip kaybolmasıdır. Sanatın kıymetinin kaybolup sadece maddesinin kıymeti kadar bir değer kazanmasıdır. Madde ise hem geçici, hem fani, hem hayvani bir hayattır.

“Bu sırrı bir temsil ile beyân edeceğiz. Meselâ, insanların sanatları içinde, nasıl ki maddenin kıymeti ile sanatın kıymeti ayrı ayrıdır; bâzan müsâvi, bâzan madde daha kıymettar, bâzan oluyor ki, beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir sanat bulunuyor. Belki bâzan, antika olan bir sanat, bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte öyle antika bir sanat, antikacıların çarşısına gidilse, hârikapîşe ve pek eski hünerver san’atkârına nisbet ederek, o sanatkârı yâd etmekle ve o sanatla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir pahasına alınabilir.

İşte insan, Cenâb-ı Hakkın böyle antika bir sanatıdır ve en nâzik ve nâzenin bir mucize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medâr ve kâinata bir misâl-i musağğar sûretinde yaratmıştır.” (Sözler Sayfa 281)

“Muhakkak ki Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik. Ancak imân eden ve güzel işler yapanlar müstesnâ.” (Tîn Sûresi: 4-6.)

Sanat, sanatkarının imzası ile teşhir edilirse kıymet kazanır. Yoksa o sanat kıymetsiz hale gelir. İman, sanatkarın sanat üzerindeki imzasıdır. Sanatı, sanatkarına nispet etmektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*