İmanın verdiği güçle…

Müşriklerin eza, cefa ve zulümleri yüzünden Mekke’de Müslümanlar barınamaz hâle gelmişlerdi. Bu sebeple İkinci Akabe Bîatı’nda Peygamber Efendimiz (asm) ve Müslümanların Medine’ye hicretleri de kararlaştırılmıştı. Resûlullah (asm):

“Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi…” 1 buyurarak Müslümanların Medine’ye hicretlerine izin vermişti.

Peygamberliğin on üçüncü yılının ilk ayı Muharrem’de (M. 622, Temmuz) Medine’ye hicret başlamıştı.

Mekke’nin fethine kadar geçen süre içinde, dinî uğruna, evini-barkını, malını-mülkünü, âilesini, kabîlesini, akrabasını ve dünyalık bütün varlığını Mekke’de bırakarak Resûlullah’ın (asm) izniyle Medine’ye göç eden Mekke’li Müslümanlara “Muhâcirûn” adı verilmiştir.

Medine’de muhâcirleri misâfir eden, onlara bütün imkânları ile yardımcı olan Medineli Müslümanlara da “Ensâr” denilmiştir. Muhâcir ve Ensâr, Kur’ân-ı Kerîm’de bir çok vesîlelerle övülmüşlerdir. İşte o ayetlerden birisi:

“İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o Müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.” 2

Muharrem ve Safer aylarında Müslümanlar, âileleri ile birlikte hicret ettiler. Birer, ikişer, gizlice Mekke’den ayrılıp Medine’ye gittiler. Ensâr tarafından Medine etrafındaki “Avâlî” denilen köylere yerleştirildiler. Cahş oğullarından sonra, Hz. Ömer de (ra), yirmi kişilik bir kafile ile Medine’ye hicret edip, Kuba köyünde Rifâa b. Abdulmünzir’e misafir oldu. Hz. Ali (ra) der ki:

“Muhacirlerden hiç kimse bilmiyorum ki, gizli olarak hicret etmiş olmasın. Ömer b. Hattab, bundan müstesnadır. O, hicret edeceği zaman, kılıcını kuşandı, yayını omuzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı, Kâbe’ye vardı. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, Kâbe’nin yanında bulunuyorlardı. Ömer b. Hattab (ra); Kâbe’yi yedi kere tavaf ettikten sonra, halkın birer birer başuçlarına dikilip ‘Anasını ağlatmak yahut çocuğunu yetim ya da karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadinin arkasında gelip benimle karşılaşsın!’ dedi. Hiç kimse, ardına düşüp onu takip edemedi.” 3

Hz. Ömer’in (ra) hicreti Peygamber Efendimizin (asm) hicretinden on beş gün kadar önce gerçekleşmişti. Mugîre oğulları Ümmü Seleme’yi yanlarında hapsettiler. Kocası Ebu Seleme ise Medine’ye yalnız gitti. Böylece, Ümmü Seleme ile kocası ve oğlunun arasını açtılar. Ümmü Seleme, bir yıl akşama kadar ağlayıp durdu. Daha sonra isterse gidip kocasına kavuşmasına izin verdiler. Abdulesed oğulları da oğlunu geri verince, devesine binip oğlunu kucağına aldıktan sonra, Medine’deki kocasının yanına gitmek üzere yola çıktı. Ten’im’de bulunduğu sırada idi ki, Abduddar oğullarının kardeşi Osman b. Talha b. Ebi Talha’ya rastladı. Osman, “Vallahi, seni bu yolda yalnız bırakmak doğru olmaz!” dedi ve hemen devenin yularını tutup Ümmü Seleme ile birlikte hızlıca gitmeye devam etti. Ümmü Seleme Osman b. Talha’nın yol arkadaşlığını çok takdir eder ve Arap erkekleri içinde, hiçbir zaman, ondan daha saygılı ve nezaketli bir yoldaş görmediğini, bir konak yerine erişince devesini çöktürüp ininceye kadar arkasını döndüğünü, deveden indikten sonra gelip deveyi götürdüğünü, Medine’ye ulaştırıncaya kadar, hep böyle yapmaktan geri durmadığını anlatır.

Osman b. Talha, Ümmü Seleme’yi Kuba’daki Amr b. Avf oğullarının köyüne kadar götürdü ve kocasının bu köyde olduğunu söyledikten sonra, Mekke’ye dönmek üzere, onun yanından ayrıldı. Kısa zamanda, Mekkeli Müslümanların hemen tamamı Medine’ye hicret etti. Resûlullah Efendimiz (asm) yalnızca Hz. Ebû Bekir (ra) ile Hz. Ali’yi (ra) Mekke’de alıkoymuştu.

Onlar Mekke’yi en son terk edeceklerdi. Çünkü Resul-i Ekrem (asm) Efendimizin yanında can düşmanlarının, müşriklerin emanet malları vardı. Onları sahiplerine teslim etmesi gerekiyordu.

1. Buhârî, 4: 255; Tecrid, 10:86

2. Enfâl Sûresi, 72, ayrıca bkz. Enfal Suresi, 74; Tevbe Sûresi, 20, 100; Nahl Sûresi, 41,110; Hac Sûresi, 58; Haşr Sûresi, 9; Fetih Sûresi, 10,18, 29.

3. M. A. Köksal, İslam Tarihi, c. 1, s. 396

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*