İnsi ve cinni şeytanlar

Şeytanı, şeceresi veya soyu ile tanımak için, atası olan İblis’i de bilmemiz gerekir.

İblis’in asıl adı Azazil olup, meleklerin içinde kalıp onların ileri gelenlerinden biri iken, ilmiyle dalâlete düşüp Allah’ın (cc) emrine rağmen Hz. Adem’e (as) secde etmediği için rahmetten kovulan, şeytan ordusunun atası ve kumandanı olan cin taifesinden bir asidir.

Şeytan, lügavî olarak “Haktan uzak olan”, ıstılâhî olarak atası İblis’ten aldığı görevi daha da ileri götürerek, vesvese ve fitneleriyle insanlığı felaket, helaket ve cehenneme sevk eden her türlü kişi, kuruluş ve güç odağının da adıdır. Yani şeytan bazı cinleri şeytanlaştırdığı gibi, bazı insanları da şeytanlaştırır. Mü’minlere karşı organize ettiği insî ve cinnî orduları vardır, onlar dahi şeytan sayılır.

Demek iblis ve şeytanın, biri isyan boyutunda iken, öbürü vesvese ve organizasyon boyutundadır. Şeytan, atasından da öte sapıtma görevi üstlendiği için orduları ile organize olmuştur. Bunlar aynı zamanda insanlığın nefs-i emmâresi ve lümme-i şeytaniyesidir.

Üstad Hazretleri, şeytan-ı insînin şeytan-ı cinnîden aldığı dersten bahseder. Hutuvat-ı Sitte isimli eserinde de ifade ettiğine göre, her devrin insî bir şeytanı vardır. “Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârâne siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan elhannâs, altı hutuvatıyla âlem-i İslâm’ı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor.” (E.S.D.E., İstanbul-2017, s. 323)

Aslında biz kolektif serüvenimizle; değil o şeytan ve avaneleri ile, dünya ile hesaplaşabiliriz. Fakat bizi dar perspektiflere ve çıkmaza sokarak hareket alanımızı daraltıyorlar. Bizler ebedî hayata namzet iken bu dar görüşlü, sığ beyinli bağnazlar bizi denî (alçak) dünya ile aldatmaya, en azından oyalamaya ve boğmaya çalışıyorlar. Meselâ o dünyaperestlerden biri, “Kur’ân tercüme edilsin, (hâşâ) ne mal olduğu bilinsin” demiş. Böylece, güneşi bir damlaya hapsederek, yüzler binler manasını bir tercüme ile setretmek istemiş. Zira, İmam-ı A’zam, hem de gramer kaidelerine uyarak bir ayete 600 çeşit mana vermiş. Bediüzzaman da, Kur’ân-ı Kerim’in kırk cihetten mu’cizesini ispat ediyor. Halbuki bunlar, bir tercüme ile belki pek çok manayı, ‘develer yükü kitapları’ ve kırk cihetten mu’cizeyi, bir çırpıda reddedip kapatarak inkâr ettiği halde, bir de hizmet ettiği iddia edilerek, şeytanın bile aklına gelmeyen bir insî şeytanlık yapılıyor. Böylece Kur’ân-ı Kerim’e karşı en büyük düşmanlığın, tercümesiyle yapıldığı anlaşılıyor.

Asırlarca üç yüz binden fazla tefsir yazıldığı ve meal yazmak, tefsire göre çok daha kolay olduğu halde, neden ‘meal’ yazılmadığını düşünemeyenler var. Bunun sebebi, “kuru yaş her şeyi ihtiva eden bir mu’cize kitaba” (En’am: 59) sınır koymaktan çekinmek niyetidir.

Bu mahzuru ancak, “Bu binler manasından biridir, gerisini tefsirlere ve ilm-i muhit-i İlâhiyeye havale ederiz” diye bir özür ile izale edebilirler, ta ki okuyan aldanmasın. Yani asıl tefsirleri de tavsiye etmek şartıyla bu vebalden kurtulabilirler.

Fakat onlar hangi tarafta? Bir meal uğruna tefsirlerin yasaklanması ve bilhassa Risale-i Nur Külliyatı gibi harika bir tefsire iki binden fazla dava açılması bizi düşündürüyor. O nasıl bir hak kuvvet ki, Kur’ân-ı Azimüşşanın kırk yönden mu’cize olduğunu ispat ettiği ve her konuda kalem oynattığı halde kimse hatasını bulamıyor. Demek bunlar, Kur’ân’ı (hâşâ) sıradan birinin yazdığı Arapça metinden ibaret zannediyorlar. İşte şeytanın tuzak ve vesveseleri!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*