Yol ayrımındaki Fransa

Bazılarımız; bizi ilk elden alakadar edecek bunca meseleler arasında, Fransa’yı öne çıkarmamızı garipseyecektir.

Zahiren haklısınız. Fakat; ahirzamanın barış ve demokrasi projesi olan Avrupa Birliği’nin karar merciindeki bir devletin, son zamanlarında direkt bizimle ilgili gündeminde olup-bitenleri düşünürseniz, elbette mevzuya bigane kalmazsınız.

Fransa ile ilgi yazacaklarımız hayli birikmiş. Rothschild çalışanı Macron’un halk iradesine rağmen manipülasyon veya iğfal ile devlet başkanlığına getirildiği günden bu yana, maalesef hakikatler yalan propagandaların arasında kayboldu. Hele Davos’un; demokrasi ile idare edilen ülkelerin “Milli Meclislerine” tetikçi olarak gönderdiği “Yetmelerin” milletlerinin iradelerine ihanetleri ve halklarının bu ihanetlere gafil kalmaları, hakikaten bizi de etkiliyor. Mesela Yahudi kökenli olan Fransa başbakanı ve Fransa Eğitim bakanlarının son zamanlardaki beyanat ve icraatlarını takip ettiyseniz; bu gibi siyasetçilerin Fransız milletinden ve bu milletin menfaatlerinden ne kadar kopuk olduğunu üzülerek takip edeceksinizdir. Fransız halkı yüzlerce “Ezici” problem ile uğraşırken, başbakan hanımefendi Elizabet Born kalkmış, emperyalist nostaljisi ile Ermenistan’a arka çıkmaya çalışıyor. Davos’un bu ülkeye tayin ettiği Musevi Gabriel Attal’ın 34 yaşında Eğitim bakanlığına getirilerek Müslümanların giydikleri Abaye/Feraceyi yasaklatılması; hakikaten Fransa’nın semavi dinler ve demokrasi düşmanı İkinci Avrupa’nın mengenesine yakalandığını, açıkça dünyaya gösteriyor. Burada dikkatinize arz edeceğimiz husus; Fransa halkına musallat edilmiş siyasetçi/bürokratların düşmanlıklarının yalnızca İslâmiyet ile sınırlı kalmayıp, tüm semavi dinleri veya Uluhiyeti hedef aldığını bilmemizdir.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle; devletler-milletler savaşı, tabakat-ı beşer savaşına yerini terk etmiş. “Tabakat-ı beşer” dediğimizde ise, yalnızca sosyalistlerin dillendirdikleri klasik “sınıf çatışmasını” kastetmiyoruz. Kaynağını iman-küfür ekseninden alan karşılıklı cemaat veya cemiyetlerin mücadelesinden bahsediyoruz. Günümüz “inkâr-ı Ulûhiyetinin” istinatgâhları olan fikirleri/ felsefi akımları bilmeden bu dehşetli savaşın mahiyetini anlamamız hakikaten çok zordur. Zamanın ruhunu ve buradaki düşünce savaşlarını bilemediğimizde ise; hadiseleri klasik adeselerden bakan siyasetli cemaatlerin veya kendilerini gizleyen sivil Marksistlerin düşünce kalıplarına yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Davos’un Fransa meclisine soktuğu genç Attal, aşina olduğumuz bir ifadede bulunuyor: Semavi dinlerin kamu hayatındaki işaretlerini/şeairlerini kesinlikle yasaklıyoruz. Bu haç olabilir, takke olabilir, tesettür olabilir, ruhani kıyafeti olabilir. Yani semavi dinleri hatıra getirecek her şekli/giyinişi yasaklıyor, genç bakan… Elbette bu gayr-ı insani icraatını da, Fransa’nın AB kriterlerine uymayan “Laikliğine” dayandırıyor.

Zamanın çok süratli ve hadiselerin baş döndürücü hızla geliştiği bu ahirzamanda; şahıslara ve olaylara takılanların mutlaka kaybedeceklerini sizler de biliyorsunuz. Olayları incelerken, doğru tahlil için, son elli yıldaki kök/ilgilerini tahlil çerçevesine almamız gerekiyor. Yani meselemizin Macron, Born ve Attal olmadığını; hatta onların iktidarlarındaki hadiselere de takılmadığımızı bilmenizi isteriz. Fransa’da olup bitenleri en azından 1970’li yıllarla irtibatlandırmak gerekir. Bilhassa bizdeki 12 Eylül ihtilâline tekabül eden zamanlardaki hadise ve kahramanlarına inenler; bu gün ortaya çıkan zakkumi meyvelerin, hangi ağaçlardan devşirildiğini biraz daha açıkça göreceklerdir. Mesela Mitterrand dönemi ve o dönemde Türkiye’nin Doğusunda ve Kuzey Irak’taki Marksist teröristlere annelik yapan Bayan Mitterand’ın siyasi hayatına bakmak gerekiyor. Marksist Kürt hareketinden önce Ermeni ASALA’yı destekleyen bu ikilinin birden bire Kürt korumacılığına geçişlerini bilemeyenler, başbakan Born’un Azerbaycan’a müdahalesini de anlayamazlar.

Bize göre AB’nin önemli bir motoru olan Fransa, yol ayrımına yaklaşıyor. Kendi muhalefet ve anarşistlerini üreten Macron’un da (Sarı Yelekliler) Fransa halkı nezdindeki ehemmiyeti bitmiş görünüyor. İktidara gelmesinde büyük emeği olan Sarkozy’nin Kuzey Afrikalılara başlattığı düşmanlığı devam ettiren Macron’un elinde dağılmaya başlayan Afrika Sömürgeciliği, bu beceriksiz ve genel ahlak karşıtı siyasetçiyi iyice bunaltmışa benziyor.

İnşaallah devam edeceğiz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*