İstanbul’u temaşa notları

Şehr-i İstanbul

Rivayet edilir ki, Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi oğluna “İstanbul’u aç, gülzâr yap!” vasiyetini yapmıştır. Yani “İstanbul’u fethet, gül bahçesine çevir!”

Peygamberimizin (asm) hedef olarak gösterdiği şehirlerden biridir İstanbul… Müslümanlar tarafından defalarca kuşatılmış, her seferinde geride Sahabelerini hatıra bırakarak geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

Osmanlı Padişahları da Peygamberimizin (asm) hadisine mazhar olmak, Osman Gazi’nin vasiyetine uymak için İstanbul fethini gündemlerinin baş maddesi yapmışlardır.

Yine rivayet edilir ki, 2. Murad, oğlu doğduğunda Kur’ân okumaktadır. Fetih Sûresi’ni bitirmiş, Muhammed Sûresi’ne başlamaktadır. Bu sırada müjdeli doğum haberini aldığında “Ravza-ı Murad’da bir gül-ü Muhammedî açtı!” (Murad’ın bahçesinde Muhammedî bir gül açtı!) sözleriyle sevincini gösterir. Gül, Peygamber Efendimizin (asm) sembolüdür. Tarihler, dünyaya getiren ebenin adının Gülbahar olduğunu kaydeder. İlerde eşlerinin adları da Gülşah ve Gülbahar olacaktır. Güllerin içinde kalmıştır Sultan Fatih… (Fatih Camii Haziresine yolunuz düşerse Gülbahar Hatun’un Türbesini görebilirsiniz…)

İstanbul’u da alır Sultan Fatih ve gerçekten atası Osman Gazinin de vasiyetinde ifade ettiği gibi “gülzâr” yapar. Bir kuyumcu titizliğiyle, bahçıvan özeniyle işlenir İstanbul’un toprağı asırlarca…

Seyyahların hatıralarından, gravürlerden anladığımız kadarıyla bir masal şehri olur adeta. Onca tahribata rağmen aradan geçen yıllara rağmen mezar taşlarının san’atında bile o dönemin incelik ve medeniyetini teneffüs etmek mümkündür.

BELEDİYE ÇALIŞMALARI

Fethin üzerinden yıllar geçmiştir…

İstanbul’u bahçıvan itinasıyla işleyen Belediyenin son yıllardaki çalışmaları göz ardı edilemeyecek kadar güzeldir ve yerindedir. Ama yine de gözleri tırmalayan ve insana “Para hırsının getirdiği acelecilikten mi kaynaklanıyor acaba?” dedirten uygulamalar da yok değildir…

Gözlemlerime dayanarak, İstanbul sakini bir vatandaş sıfatıyla bunlardan bazılarını paylaşmak isterim. Ola ki bir yerlerden cevaplayan olur…

Fetih’ten 560 yıl sonra İstanbul’un camilerle süslü silüeti her gün bir yenisi yükselen gökdelenlerle değişmiştir.

Kentsel Dönüşüm adı altında yapılan uygulama ile Sulukule bölgesi elden geçirilmiş, güya çevre ile uyumlu(!) yeni binalar dikilmiştir. Gözleri tırmalayan bu binaların mimarisi ayrı bir tartışma konusudur. Ama son iki haftadır artık surların hemen dışındaki yeşil alana da asfalt dökülmeye başlanmıştır. Yapılan modern binaların otopark problemi de bu şekilde mi çözülecek acaba? Surların dışındaki yeşil alanın bir bölümüne asfalt dökmek neyin nesidir?

Diğer bir konu ise ağaçlar ve çiçekler… Mevsimine göre yol kenarlarında rengârenk çiçekleri görmek gözler için bir ziyafet. Ama ne yazık ki son zamanlarda yapılan çalışmalarda artık ağaçlandırma ikinci planda kalmış durumda. Sözgelimi anayolların kenarlarındaki ağaçlar sökülmekte, mevsimlik çiçekler ekilmekte. “Sökülen ağacın kök yapısı etrafa zarar veriyor” gibi açıklamalar inandırıcılıktan uzak. Sökülen ağacın yerine kök yapısı uygun başka bir ağaç dikelemez mi?

Ağacın alternatifi ancak, başka bir ağaç olabilir. Ağaçları kökten söküp, yerine çiçek dikmek çözüm değildir.

Bir vatandaş olarak yapılanları “Çiçekler mevsimlik olduğu için birilerinin gelir kapısı durumunda. Ama ağaç öyle mi? Dikince yıllarca duruyor” mantığıyla izah ediyorum.

Ne yazık ki, çoğu camilerimizdeki ağaçlar da bu çalışmalardan nasibini almış durumdadır!

Yol ve kaldırım çalışmaları ise içler acısıdır. Memleketimde taş kalmamış gibi Çin’den ithal edilen yol ve kaldırımlara döşenen taşlar o kadar çabuk eskiyor ki, kısa zaman sonra tekrar değiştiriliyor. Üstelik yapılan kaldırımların çoğunun yüksekliği hasta ve yaşlıların, çocuklu bayanların kullanamayacağı boyutta…

Ne duyarsızlık!

HÜLÂSA

İstanbul için yapılan her bir güzellik bu şehrin bir sakini olarak beni içten içe sevindirirken, gözümü tırmalayan çalışmalar ise üzmekte. Ve “Ecdadın kemikleri sızlıyordur her halde!” dedirmekte.

Aslında hepimiz “İstanbul’u aç, gülzâr yap!” sözünün muhataplarıyız.
Bu hassasiyeti kazanmalı ve kaybetmemeye çalışmalıyız. Öyle değil mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*