Ah İstanbul İstanbul!..

Image
Öteden beri, eli kalem tutan tutmayan, söz ustası olan olmayan herkes, İstanbul için bir şeyler söylemiş, bir şeyler yazmıştır.. Bu yazımızı da o kabilden bir şey sayabilirsiniz.
İstanbul’u anlayıp anlatabilmek için illa da İstanbullu olmak lâzım gelmez.

Hatta, “Ben İstanbulluyum, İstanbul’u iyi tanırım” demek bile İstanbul’u tanımamış olmanın göstergesi olsa gerek.. Zira İstanbul’da oturmakla İstanbul tanınmaz!
Gerçi İstanbul’u hiç görmeyip de sadece hakkında bir şeyler duyanlara, ya da iş ve ticarî amaçla gelip geçenlere nazaran İstanbulluların da bir şansı, bir avantajı olabilir..
Ama biz diyoruz ki, İstanbul’u tanımış olmanın mihengi bu değildir!
Hem şimdi kaç tane hakikî İstanbullu var ki İstanbul’da?
Türkiye’nin hangi köşesi var ki, oradan birileri İstanbul’a yerleşmiş olmasın?
Artık orada her oturan ya da işini kuran, bir de “Nerelisin?” sorusuna maruz kalmıyor mu?

«««

Bir çok yönden “tek şehir” olma özelliklerini koruyan İstanbul’un, bu yönüyle de bir erişilmezliği vardır. İşte:
Ahirzaman Nebîsinin (asm) fetih müjdesine mazhar olan şehir!
Avrupa ve Asya kıt’ası üzerinde kurulan tek şehir!
San’at şaheseri camileriyle, bilhassa mahzun Ayasofya’sıyla tek şehir!
Üç tarafını suların sardığı, yarımada görünümündeki tek şehir! (Haliç, Boğaziçi, Marmara)
Ha bir de, dünyanın gözünün üstünde olduğu İstanbul ki; mazhar olduğu fetih teşebbüsleri veya maruz kaldığı işgal girişimleri açısından da ayrıcalık arz eder..
Dünyanın gözü İstanbul’un üstünde olur da, siyasetin gözü olmaz mı?
Seçimlerde “İstanbul’u alan, Türkiye’yi alır, İstanbul’u kaybeden, Türkiye’yi kaybeder” iddiası da, neredeyse iddia olmaktan çıkmış, bir “hüküm” haline gelmiştir!

«««

Meyveli ağaçlar çok taşlandığı gibi, güzel İstanbul’umuzu da taşlayanlar, topa tutanlar her zaman olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Hem bilirsiniz ki, her güzelin düşmanları da çok olur!
Kimileri de o güzele erişemedikleri için düşman kesilirler!
Bu bakımdan; “Ah İstanbul İstanbul” türkülerini tüttürenler, “İstanbul’u artık istemiyorum” diye nazlananlar.. İstanbul’u yazanlar! İstanbul’a kızanlar! İstanbul’a sızanlar! İstanbul’da azanlar! Ve İstanbul’u bozanlar! Hep olmuştur ve olacaktır.
Hatta depremler bile, güzel İstanbul’umuzun yakasını bırakmamıştır tarih boyunca..
Elbette bunun da sayısız hikmetleri vardır. Ve Rabbin bildiğini kul bilemez!
14 Eylül 1509 tarihinde, artçı sarsıntıları 45 gün devam eden öyle şiddetli bir depreme maruz kalmıştır ki, “küçük kıyamet” adını alan bu depremden sonra İstanbul, Sultan İkinci Bayezid’in emriyle adeta yeniden kurulmuştur. Ve depremler, tarih boyunca İstanbul’un dâvetsiz misafiri olmuşlardır!
Cenâb-ı Hak, her türlü felâketlerden ülkemizi ve İstanbul’umuzu korusun!

«««

Her şehrin bir efsanesi vardır, ama bu şehr-i İstanbul’un efsaneleri bile bir başkadır. Bir tek Sarayburnu’yla ilgili efsanelerin biri Hazret-i Sultan Süleyman’a, biri de Kral Byzas’a dayanır.
Evliya Çelebi’nin de naklettiğine göre; emrindeki mahlûkat ve cinler vasıtasıyla “dünyanın en güzel” yerini bulduran Hazret-i Süleyman, orada muhteşem bir saray yaptırmıştır ki, orası da Sarayburnu’dur! Hatta Osmanlı Sultanları da, “burada makam-ı Süleyman var” diye oraya saygı göstermişlerdir.
Kral Byzas ise, ruhanî bir şahsiyetten, “şehrini körler şehrinin karşısına kur” tavsiyesini alınca araştırmaya başlamış. En nihayetinde Kadıköy tarafından karşı tarafa bakarken, gördüğü güzellik karşısında mest olmuş ve hemen Sarayburnu’nun olduğu yere bir şehir kurdurmaya başlamış. O ruhanî liderin, Kadıköy tarafındaki şehre neden “körler şehri” dediğini de ancak o zaman anlamış..

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*