İttihad-ı İslâm: Önce imân ve ibâdet birliği (3)

İttihad-ı İslâmın üçüncü basamağında, “fikir ve bilgi birliği” geliyor. Daha önce, İslâmiyetin, ilme, tefekküre, bilgiye, araştırmaya, kitaba verdiği önemi etraflıca ele almıştık. Burada, şu kadarını söyleyelim: Müslümanlar İslâmiyet milletine bağlıdırlar.

Bir buçuk milyar Müslüman, bu büyük cemiyete dahildir. Bediüzzaman’ın o muhteşem yaklaşımıyla ifade etmek gerekirse; Kâlübelâ’dan beri herkes ona intisap etmiştir. İntisabın belgesi, imândır. Kayıt defterimiz Levh-i Mahfuz’dur. Bu birliğin fikirlerini neşreden vasıtalar bütün İslâm eserleri, kitaplarıdır. Günlük gazetelerimiz, i’lâ-yı kelimetullahı maksat yapan dinî gazetelerdir. Toplanma yerlerimiz camiler, mescidler, medreseler; tekke ve zaviyelerdir. Merkezi Haremeyn-i Şerîfeyn’dir. Reisimiz Fahr-i Âlem Muhammed’dir (asm). Mesleğimiz de evvelâ kendimizi ıslâh etmektir. Sünneti ihyâdır. Ve başkasına iyiyi ve güzeli, iyilik ve güzellikle, hattâ hikmetle anlatmaktır.1
Bu “İslâm birliği”ni bozan üç dehşetli unsur da vardır: 1- Cehâlet. 2- Fakirlik ve zarûri ihtiyaçları bile elde edememek. 3- İhtilâf-ı efkâr, yâni fikirlerin ayrı ayrı olması.2
Bilgi noksanlığının bulunduğu bir cemiyette elbette birliği sağlamak kolay gerçekleştirilebilecek bir olay değildir. Son iki asırdır Müslümanların dünya çapındaki çalışma, buluş ve sanat eserlerine imza atamamasının sebebi, “çeşit çeşit sâri (bulaşıcı) hastalıklar gibi istibdatların yayılması”3 değil mi? Geçen yüzyılın icadlarının yüzde 95’i hür blok, Batı; yüzde 5’i ise ancak demirperde, SSCB patentli olması, hürriyetin istidat ve kabiliyetleri nasıl inkişâf ettirdiğini göstermiyor mu?

***

Dördüncü şıkta “duygu birliği” gelir: İttifakı ve ittihadı durduran, engelleyen, “duygu, his ve lâtifelerin zedelenmesi ve İslâm terbiyesinden geçmemesi”dir. Meselâ, tevekkül tembellik, hürriyet başıboşluk anlaşıldığı gibi, her şeyin Allah hesabına sevilebileceği bilinemedi. Kur’ân’ın ders verdiği ihlâs ve uhuvvetin esasları talim edilemedi.
Kin, inat, öfke, ve düşmanlık gibi menfî duygular ölçülü ve yerli yerinde, yâni nefis, şeytan ve düşmanlara karşı kullanılamadı. Diğer taraftan Kur’ân; “nifak, dedikodu, gıybet, haset, kin, âdâvet, tecessüs, koğuculuk, söz taşıma, iftira, yalan, hile, aldatma, fitne, fesat, dolandırma” gibi ne kadar menfî duygu ve haslet varsa, mü’minlerin hayatından çıkmasını istemiştir. Dolayısıyla menfî ibâdet, emir, nehiy, prensip ve düsturlar da birliğe yönlendirir. Ancak, bunların öğretim ve terbiyesi, başta âilede ve okulda küçük yaşlarda gerçekleştirilmeli.
Şayet duygular “tevhîdî” çizgiye çekilmez, Kur’ânî terbiyeden geçmezse, diğer bir ifâde ile duygu birliği olmazsa, yine istenen gerçek ittihada ulaşılamaz. İttihad-ı İslâm binâsının plânı “imân”, çimentosu “namaz”, tuğlaları “sâir emir ve nehiyler”, süsü “ahlâk ve terbiyeden geçmiş hissiyatlar”dır. Şu halde, hakikî ittihada, ancak imân terbiyesinden geçmiş güzel hasletlerle varılabilir. Gerçek ittifak hüdâdadır; yoksa hevâ ve heveste değil.4

Dipnotlar:

1- Hutbe-i Şâmiye, s. 94.

2- Tarihçe-i Hayat, s. 101;

3- Hutbe-i Şamiye, s. 27;

4- Tarihçe-i Hayat, s. 52.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*