Kanlı günlük

5 Ocak 2009 tarihli günlükten:
“Dersane sıradan geçti. Çıkışta C… geldi. Bugün D. diye kız arkadaşıyla buluştuğu için kızdım, kız mesaj attı… C… özür diledi.”

7 Şubat 2009:

“(…) Yemekte annesi keşke minnoşun da olsaydı demiş. Babası o kim demiş. M…… demiş annesi. Babası tanımıyorum, ama adından dolayı gözüme girdi. Nazım Hikmet’in de karısını adı M…….’miş. Çok aşıkmış ve hep ona şiirler yazarmış demiş. C…’e anlamını biliyor musun demiş, söylemişti de şimdi unuttum babacım demiş. Bilgili, kültürlü, aydın insan demiş. Kardeşi L…, C… doğum günüme getirdi. İyi biri demiş.”

Bu notun sahibi, tam 12 gün sonra, sevgilisi tarafından başı kesilerek öldürülen ve Etiler’de bir çöp konteynerinde cesedi bulunan genç kıza aitti.

İsmini biliyorsunuz, ama kişisel olarak düşüncem, bu sütunlarda onun adının geçmemesi.

Türkiye bu cinayetle sarsıldı. Cinayetin her ayrıntısı, insanın tüylerini diken diken edecek türdendi.

Medya kanlı olaydan sonra genç kızın ailesini tepe tepe kullandı. Duygu sömürüsü üzerinden prim yaptı.

Medya, muhatapları canlı yayına ekranlara çıkarırken, gazete sütunlarında boy boy aileyi rencide edici haberler yer aldı.

Burada bir kısım medyanın her türlü mesleki ilkeyi hiçe sayabilen aç gözlülüğünü ve şiddetine tanık olduk.

Vahşice işlenmiş bir cinayet, ölenle öldürüldüğü iddia edilen arasındaki sınıf farkı, bunun adaletin tecellisi üzerine herkesin varsaydığı olumsuz etkisi, yaşadıkları karşısında bulabildiği her araçla isyan eden ailenin dramı bir araya gelince, zaten ahlâkî ve hoş olmayan bir çelişkiler yumağı çıkıverdi.

Yapılan her röportaj, inciticiydi.

Medyanın gazeteciliği kapıda bırakıp kollarını sonuna kadar açtığını fark eden avukat ve uzmanlardan oluşan şöhrete düşkün etiketli insanlar, ekranlara çıkmaktan çekinmedi.

Devlet yetkililerin bile görüş bildirdiği yorumlarda bu medya işi öylesine ileri götürdü ki, polis yetkilileri her türlü iddiayı ortaya atmakta ve medyanın bu iddiaları kullanmakta ürkek davranmadığını gözlemledik.

Bu olayı kriminal bir suç dizisi izler gibi izledik günler ve haftalardır. Ve cinayet çözüldü. Sıra katilin yakalanmasına ve olayın arkasının toplanmasına geldi.

Katil zanlısının başına ödül koyan gazeteler, kendisini öldürülen kızın babası ilan eden yayın yönetmenleri, olayın kitabını yazmak, dizisini çekmek için sıraya girenler…

Elbette, dönemin Emniyet Genel Müdürü’nün medya üzerinden “kızınıza sahip çıksaydınız” açıklaması ne kadar yersizse, Adli Tıp’ın maktülün cesedini karıştırması olayı da bir o kadar yersizdi.

Bu medya değil mi ki, genç beyinleri ifsat eden?

Her gün ekrana gelen dizi filmlere bakın… Neredeyse bütün diziler “aşk” teması üzerine kurulmuş. Kuşku yok ki, bu dizideki karakterlerin gençler üzerinde etkisi olmuyor diyebilmek için saf olmak gerekiyor.

Televizyon dizileriyle ilgili Yrd. Doç. Dr. Süleyman Doğan’ın Genç Yorum dergisinde çıkan yazısından alıntı yapalım.

Şöyle yazmış:

“Bugün dizilerin çoğunda ahlaki değerler hiçe sayılıyor. Yeğen yengesine, komşu adam komşusuna, evli kadın bir başka erkeğe özendirilmekte, ar, ahlak ve namus gibi kutsal mefhumlarımızla adeta alay edilmektedir. Böyle giderse, hem kültürümüz hem ahlakımız ve bizi biz yapan değerlerimiz bir bir elimizden çıkacak, özellikle gençler boşluğa itilecektir. Bu durum toplumsal barışı ve dokuyu zedeleyecektir. Sosyal dengeyi koruyup kollayan devlet bunu yasalarla engellemelidir. Gençlere kötü örnek olan dizilere kıstas ve standart getirilmelidir.” (a.g.d., Ağustos sayısı)

Medya kuruluşları gerek haberlerde, gerekse yaptıkları yayınlarla toplumun değerlerini muhafaza etmeli, en azından gayret sarfetmek zorundadır.

Yoksa geride “kanlı günlükler”e yansıyan gayr-ı meşru ilişkiler ve cinayetle noktalanan elim olaylar artarak devam edecek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*