Küçük ile büyük zıt orantılı

Meyve Risâlesi’nin Dördüncü Meselesi’nde küçük daire ile büyük dairenin birbiriyle nasıl da zıt orantılı değerler taşıdığına dair harikulâde güzellikte bir mukayese yapılıyor.
Bir parçası şöyledir: “…En küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en küçük ve muvakkat, ara sıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile, küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasip (ters orantılı) vazifeler bulunabilir.”

Esasen, bu husustaki manidar sırrı anlamayan insanları çoğu aldanıyor, yahut kendi kendini aldatıyor. Zannediyor ki, daire büyüdükçe, vazife de, hizmet de, sevap da büyümüş oluyor. Halbuki, durum tam tersine. Bir insanın en büyük vazife ve mesuliyeti en küçük ve en dar daireden başlıyor. Daire büyüdükçe de, mesuliyet azalıyor, vazifenin derecesi küçülüyor. Dahası, kişi geniş daire için kendini zorladıkça ve ziyade karıştıkça, aslında Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmış oluyor ki, maazallah.

*

Afakî konulara dalıp giden, yani geniş daireye mahsus işlere kendini kaptıran kimseleri bekleyen daha başka vartalar da var. Böyleleri, fertlerin aklına, ruhuna, kalbine ve sair latifelerine esaslı iman dersini veren hizmetleri de küçümseme tehlikesine düşerler. Dahası, böylesine daimî ve bereketli bir iman hizmetine hayatını vakfedenleri maalesef hor ve hakir görmeye başlarlar.

Hiç şüphe yok ki, bu, yanlış bir görmektir, yanlış bir tanımaktır ve çok yanlış bir istikamette gitmektir. Sonu da helâket ve felâkettir.

*

Şu dünyaya gelen her bir misafir ve her bir yolcu, şüphesiz “kendi küçük âleminde büyük cihad” ile mükelleftir. Evet, kendi nefsiyle uğraşmak büyük cihaddır. Zira, “en büyük düşman-ı gaddar”, insanın kendi nefis ve şeytanıdır. Bunu bilen ve kendi âleminde bunun sırrını tatbik edenler de hakikat yolcularıdır.

O hakikat yolcuları ki, “Oku!” emr–i İlâhîsine mazhar olmayı hayatın en mühim bir gayesi bilirler. Ve aynı saikle, o kudsî emir istikametindeki mânâları neşr ve ilân eden eserleri, yani o Nur Risâlelerini ellerinden düşürmezler; mütemâdiyen okurlar, mütalâa ederler, ders yaparlar… Kendini âfâki meselelere kaptıran bazı gafillerin bu hâli anlamamaları, hatta yadırgamaları, onların yakînine zarar vermez, en ufak bir tereddüt bile hasıl etmez.

*

Okunan nurlu eserler külliyâtı, bir bahçe gibidir. O ulvî bahçe, her bünyeye uygun çeşit çeşit nûrânî meyveler verir.

Aynı zamanda, bir mektep, bir medrese gibidir. Her mizaca, her zekâvete hitab edecek kelâmı bahşeder.

Kezâ, bir eczahane, bir şifâhane gibidir. Her yaraya göre merhem sürer, her nabza uygun şerbeti sunar.

Velhâsıl, ilimlerin harmanıdır, duyguların dermanıdır ve bir tefekkür ummanıdır okunan Nur Külliyâtı…

*

Kur’an’ın malı ve hakiki bir tefsiri olan Nur Risâlelerini mütemadiyen okumak, hele hele hayatını bu nura fedâ edip içinde fâni olmak, hiç kolay bir iş değil. Bu, büyük bir feragat ve fedakârlıktır. Nihayetsiz bir azm u sebat ister. Herkes yapamaz bunu. Her babayiğit tahammül edemez o “düşman-ı gaddar” ile ömür boyu sürecek bir “cihad-ı ekber” içinde bulunmaya.

Evet, buna “hayatını fedâ etmek” denir ki, “canını fedâ etmek”ten pek üstündür. Can fedâ etmek, bir veya birkaç güne mahsustur. Hayatını fedâ etmek ise, Allah’ın her günü en büyük düşman ile kıyasıya mücadele etmek ve nihayetinde ona teslim olmamak, ona mağlup düşmemek demektir. İşte bu mânevî cihad ile elde edilen muvaffakiyet, şu dünya hayatındaki en huzurlu, en saadetli bir muzafferiyettir. Cenâb-ı Hak, bizleri böylesi bir cihad-ı manevi yolunda muvaffak ve muzaffer eylesin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*