Mevsimler

Mevsimler gözümüzün önünden bir sinema şeridi gibi gelip, geçiyor. Her mevsimde değişiklikler, yenilikler, faaliyetler, farklı manzaralar, renkler, güzellikler arz-ı endam ederek yerini sonradan gelenlere bırakarak gidiyor.

Coşkun akan bir nehirde köpüklerden oluşan kabarcıklar görülür. Her kabarcık üzerinde güneşin tecelli etmesi, yansıması, ışıltısı görülür ve arkasından hemen kaybolur. Akan sulara karışır giderler. Kabarcıklardaki güneşçikler görülür, kaybolur.

Bu vaziyetler gökte sabit duran bir güneşin varlığını, ışığını, renklerinin olduğunu gösterir. Kabarcıklardan başını gökyüzüne kaldıran şahıs gökteki hakiki güneşi görür ve kabarcıklarla gidip kaybolan güneşçiklerden mahzun olmaz.

Kâinatta zerrelerden kürelere kadar olup bitenler rastgele, tesadüfen, başıboş bir faaliyet değil; düzenli, nizamlı, intizamlı, ölçülü, güzelliklerle, ibretlerle işleyip çalışırken Allah’ın varlığını, birliğini, ezeli ve ebedi olduğunu; her şeyin O’nun emrinde, kudretinde ve iradesinde olduğunu gösteriyorlar.

İnsanoğlu, dünyaya misafir olarak adım attıktan sonra kendi mevsimlerini yaşamaya başlıyor. Özellikle yaşlı insanlar, söz açıldığında zamanın hızlı geçtiğinden bahsederler. Ömrünün sonuna yaklaşınca hayatının rüzgâr gibi geçtiğini, bir göz açıp kapamak kadar kısa olduğunu daha iyi anladıklarını ifade ederler. Ömrünün baharının çok çabuk geçtiğini anlatırken, yaşlılıktaki sıkıntı ve hastalıklarla uğraştığından zor geçtiğini; gençlik yıllarından kendisine miras kalan hastalıklardan, elemlerden, sıkıntılardan, pişmanlıklardan bahsederler.

Sonbahar hüzün vakti olarak bilinir. Göze hitap eden renklerdeki büyüleyici cazip güzellikler solmaya başlamıştır artık. Yapraklar ağaçlardaki mekânlarına veda etmenin zamanı gelmiştir. Bir hırçın rüzgâr kopmanın, uçmanın, savrulmanın sebebi oluverir. Sanki baba ocağından, ana kucağından ayrılışın hüznünü hatırlatır. Sararıp solmuş olarak rüzgârın önünde gökyüzünde meçhul mekânlara doğru süzülerek, sürüklenerek, savrularak uçup giderler.

İnsanlar baharı, sonbaharı, gönül kışı gibi mevsimleri ömür çizgileri içersinde, engin ruhunun derinliklerinde yaşarlar. Güzel görenler her fırtınadaki ibreti ve ikazı anlar, tevekkülle, teslimiyetle ağırlığını, yükünü ve sıkıntılarının bulunduğu, omzundaki çuvalını gemiye bırakır, kaptana itimat eder, rahatlar.

Cüzi iradesi ile gençlik sarhoşluğuna kapılarak fırtınaya tutulup savrulan insanlar, içinde bulundukları sıkıntılar, elemler, kederler ve huzursuzluklarla gönül kışı yaşarlar. İman, ibadet ve günahlardan çekinmek ile fırtınaların önünü kapatmazsa dünyada ve ahirette tattığı acılarla sürüklenmeler devam edip gider.

Fırtınada savrulan yaprakların ve karların kuytu bir mekânda toplanıp biriktiği gibi, gençlik fırtınasına kapılarak Rabbimizin emir ve yasaklarını dinlemeyen insanların nerelerde ve nasıl olacakları Risâle-i Nurlarda haber verilmiş: “Gençlik gidecek. Sefahatte gitmiş ise; hem dünyada, hem ahirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle su-i istimal ile israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastanelere ve taşkınlıklarıyla hapishaneler veya sefalet hanelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastanelerden, hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.”1

Etrafımıza dersler çıkararak, ibretle, hayretle ve tefekkürle baktığımızda görüp, idrak edip, anlaya bileceğimiz çok gerçekler vardır.

Dipnot:

1- Gençlik Rehberi, s. 26

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*