İdeolojik silâh haline gelen basın-yayın

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilân edilmesine ve iki yıl önce Teşkilat-ı Esâsiye Kanunu kabul edilmesine rağmen, “Hilâfet meselesi”nden dolayı “Parlamenter rejime” geçilmemişti. Basında, “Hilâfet”in bir oldu-bittiye getirilmeyeceği dile getiriliyordu. Basında çıkan, halife ve hilâfetin devamını isteyen yazılar üzerine, İsmet İnönü, “Herhangi bir Halîfe, an’aneten, fikren, şeklen, usûlen, zimnen ve sarahaten Türkiye’nin mukadderatında alâkalıymış gibi vazife almak isterse, hareketlerini hıyanet-i vataniye sayacağız” diyerek sert bir cevap veriyordu.

 

23 Aralık 1923’te Hüseyin Cahit, Ahmed Cevdet ve Velid Ebuzziye gibi isimler tutuklanır, basın mensuplarına gözdağı verilir. Ardından İstiklâl Mahkemesi kurulur. Gaye, İstanbul basınını yola getirmektir. Zira, Hilâfet taraftarıdır.

Hem basında, hem de BMM’de kuvvetli bir muhalefet vardır. 4 Mart 1925’te de Mustafa Kemal’in emriyle Takrir-i Sükûn Kanunu, İsmet Paşa Hükümetince çıkarılır. Bu kanununun muhtevasını yansıtan en önemli maddesi: “Asayişi bozan her türlü irtica ve isyana yönelik teşvik ve yayınlar Cumhurbaşkanının tasdiki ile yasaklanabilir. Sanıkları hükümet İstiklâl Mahkemesine verebilir” şeklindedir. Kanun, binlerce kişiyi öldüren, hapseden, ortadan kaldıran, yok eden Fransız İhtilâli’nin ürünü “Şüpheliler Kanunu”na benzetilir. 6 Mart 1925’te Bakanlar Kurulu kararıyla, Sebilürreşâd da dahil altı gazete kapatılır, birçok gazeteci tutuklanır.

1930’lara kadar çıkan gazetelerin özelliklerinden en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: Hilâfetin ilgası, harf inkilâbı, Şapka İktasa’ı Kanunu, tekke ve zaviyelerin kapatılması ve benzeri kanunların çıkmasında, sair ilke ve inkılâpların yerleşmesinde vazife almaları ve almaya icbar edilmeleridir.

Bu arada, ilke ve inkılâpların yerleştirilmesinden müdafasına günümüze kadar çetin bir mücadele veren ve isim babalığını M. Kemal’in yaptığı Cumhuriyet gazetesine bir paragraf açmak durumundayız: Gazete 7 Mayıs 1924 yılında, Yunus Nâdi, Zekeriya Sertel ve Nebizâde Hamid tarafından kurulur. En büyük ortağı ve daha sonraki sahibi Yunus Nâdi’dir. Bu gazetenin en önemli özelliği, bilhassa laikliğin “dinsizlik” mânâsında tatbiki için olmadık yayınlar yapmasıdır.

Şimdi 1931 tarihli ve 1881 sayılı Matbuat kanunundan bir madde sunalım: “Padişahlık veya Hilâfetçiliğe veya komünistliğe veya anarşistliğe kışkırtan yayınlar yasaklanmıştır…” Fakat, komünistlik ve anarşistliğe yasak sözdedir, fiiliyâtta alabildiğine serbesttir. Ve ayrıca iktidarın nezaretinde, basın yoluyla da palazlanır. Devlet politikası zaten dinden sıyrılmaktır. Hedef “sosyalizm ve bolşevizm” kanunlarını yerleştirmektir. Bunun yanında, imâ yoluyla dahi olsa dinî neşriyata asla müsaade edilmemektedir.

Bu sıralarda, gazetelerde bulunan bütün dinî yayınları, yazları, tefrikaları yasaklayan bir tamim neşredilmiştir. “Allah” lafzını yazmak bile suçtur. “Bey, paşa, ağa, efendi, hacı, hoca, şeyh” gibi sıfatları bile neşretmek cezayı mucip bir harekettir. Bu kanuna göre “Hükümet istediği zaman istediği gazeteyi kapatabilir.”

İstibdat ve diktatörlük devri 1948’lere kadar devam eder. Tabiî ki, devletten icazetli, destekli, teşvikli olmayan basın yayın organlarının en büyük handikaplarından biri de 163. Madde’dir. 163. madde millî ve mânevî değerlere sahip basının ve basın mensuplarını tepesinde, Demoklesin kılıcı gibi asılı durur. Pek çok basın mensubu 163. maddeye muhalefetten tutuklanır, hapse atılır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*