Zamanın ruhu

Zamanın ruhunu zamanın bediileri anlar; belki de zaman onların ruhlarıyla şekillenir. İkisi de birbiriyle ilintili ve ilişkili; her yüz yılda bir kişi konuşur, diğerleri de onun konuştuğunu konuşur der Cemil Meriç, ne de doğru der.

Zamanın adamını anlamamak yüzyıllık bir kayıp; yüzyıl geçse o kayıp telâfi edilmez. Her asır bir kap gibi; hadiseler, şahıslar o kabın rengine bürünüyor, ona göre şekilleniyor.

Geçtiğimiz yüzyıla ve yaşadığımız yeni yüz yıla öyle kısa, öyle net, öyle öz bir tarif getirmiş ki bedii adam, diğer bütün tarifler onunkinin yanında sönük ve basit kalıyor. Ruhunu kaybetmişler zamanı ruhunu nasıl kavrar, mekânın öğretisinden ne anlar?

“Şu asırda ehl-i dalâlet eneye binmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor” (Mektûbât)

Zamanın ruhu veya ruhsuzluğu “ene”, aslında bütün zamanların anahtarı ene, bütün mekânları hürriyet alanı veya hapis alanı yapan da o. O, öyle bir şey ki ya her şeyde O’na götürüyor veya her şeyi boğuyor, solduruyor, söndürüyor.

Teleskoplarla uzayın enginliklerini seyreden, dağların zirvesine tırmanan, denizin derinliklerine giden değil mi ki “ene”ye binerek gitmiş, dalâlet vadisinden çıkamamış, onda hapsolmuştur. Güzelim yaşanılası dünyayı iki defa cehenneme çevirmiş; iç dünyalarda sürekli patlattığı bombalarla ateşin bir hayat yaşatıyor o vadinin yolcuları.

Fitne ateşi öyle yakıcı ki birinci vazifeyi, ikinci, üçüncü hatta daha gerilere attırmış; ehl-i imana bilerek dünyayı ahirete tercih ettirmiş, ettiriyor.

Böylesi can alıcı bir durum can alıcı bir tavırla ortadan kaldırılır; “Ehl-i hak, bilmecburiye eneyi terk etmekle Hakk’a hizmet edebilir.”

Can alıcı teşhis, can alıcı tedavi; zamanı avuçlarının içinde döndürenlerin işi. Enelilerle savaş “ene”yi yok etmekle olur; içsel savaşta başarılı olamayanların, benliğini eritemeyenlerin dışta gösterdikleri zafer kısa süreli olur, kalıcı galibiyete erişemez. Onlara benzeyerek onlarla mücadele edilmez.

“Ene’nin istimâlinde haklı dahi olsa, mademki ötekilere benzer ve onlar da onları kendileri gibi nefisperest zannederler, hakkın hizmetine karşı bir haksızlıktır.” (Age)

Büyük fütuhatlar küçük “ene” ile yapılan büyük mücadele ile olur. Zaman rengini eneden alıyor, karanlık ruhu oradan besleniyorsa, ona giden damarlar, ona giden yollar kesilmelidir. Dalâlet vadisi başka türlü nasıl kapanır; bütün aydınlığın veya karanlığın giriş kapısı siyah nokta çözülmeden, kara kutu açılıp iyi okunmadan?

Ene’den “nahnü”ye giden yol, her şeyde O’nu görmek, her şe’nde onu hatırlamakla olur. Bedii bir adam, bir başına koskoca asra kafa tutuyor, feylesoflara meydan okuyorsa “ene”yi yırtıp “hüve”yi göstermesinden ve “nahnü” ile yürümesinden.

O hâlâ yürüyor; eser külliyatı Risâle-i Nur ve talebeleriyle… Dalâlet vadileri târümâr oluncaya, zaman nurlanıncaya kadar sürecek bu yürüyüş. Yolda yürümenin ilk adımı “ben”liği bırakıp, “biz”le buluşmak, son adım da başka bir buluşma değil.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*