Musibetten saadet nasıl çıkar?

“Musibetten saadetin çıktığına veya çıkabileceğine dair neler söylenebilir?” denilirse biz de hülasaten deriz:

Hz. Muhammed Efendimiz (asm) buna en bariz misaldir. Çünkü Miraç gibi en büyük bir mucize ve hadise, “sene-i hüzün” tabir edilen bir yılın sonunda olmuştur. O sene, Efendimiz’in (asm) en çok sevdiği ve Cennet kadınlarının efendisi olarak inandığımız ve hakkında: “Hayır, Allah, bana ondan daha hayırlısını vermedi, insanlar beni inkar ettikleri zaman o bana iman etti.” buyurduğu muhtereme eşi Hz. Hatice’nin vefatı yaşanmıştır. Kureyş’in, müşriklerin ve müşriklerin reislerinin düşmanlıklarına rağmen Efendimizin yanında duran Ebu Talib’in vefatı gibi olaylar da bu sene meydana geldiği ve son derece hüzünlü olduğu için o seneyi sene-i hüzün (hüzün yılı) ilan etmişti ki, kendisine teselli verecek insan bile bulunamıyordu. İşte bütün bu imkânsızlıklar içinde Miraç hadisesi böyle bir yılın sonunda gerçekleşmiştir. Bu hadise küfrün yer ile yeksan olmasıydı ve böylece en büyük müjdeler manzumesi tahakkuk etmiştir. Yani öyle bir hüznün peşinden böyle bir Miraç daveti geldi ve o felaketler saadete dönüştü.

Hatta Hicret’in beşinci yılında zelzele olmuştu. Rasulullah (asm), ashabına dönerek: “Rabbiniz sizi razı olacağı duruma döndürmek istiyor, kendisini razı edecek amel yapmanızı beklemektedir.” buyurup açık bir şekilde, musibetin sonundaki mükafatı müjdeliyordu. (Üsdül-Gabe, 1/22)

Bu gibi musibetlerde Üstadımız, içinde masumların da bulunmasına dikkat çeker ki, Enfal Suresi 25’inci ayete diğer mütercimler: “Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz” dediği halde Üstad bunu: “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar.” diye izah ederek, şümûlündeki “masum” ifadesini de, ayet-i kerimenin lafzında açıkça geçmediği halde, meal olmasına rağmen böyle bir ayrıntıya dikkat çekerek adeta tefsir gibi ifade etmiştir. Bunun sırrını da: “Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir” diye ifade etmiştir.

Tarihte bu depremin benzeri Sultan Selim zamanında olmuş ve onun sonucu da, ittihad-ı İslam olarak vücuda gelmiştir. Biz de inşaallah bu felaketimizle, süfyanizmin dağıttığı alem-i İslam’ı yeniden derleyip, toplayıp, ihtilaftan kurtuluşunu idrak etmiş oluruz.

Yani öyle kanaatim var ki, Üstad’ın da, Rüyadaki Hitabe’de müjdelediği, “İslam’ın saadet-i müstakbelesi”yle bu felaketler saadete tebdil olup, ebedî bir saadetle telafi edilecektir. Yeter ki hatalarımızı itiraf edip, Rabbimizden bilerek, sabredelim. Yeter ki biz imanın gereğini yapalım! Biz, Âhirzaman’ın, felaket ve helaket asrının insanlarıyız. Bir de musibetin büyüklüğünden daha büyük saadetler bekliyoruz. Çünkü Allah’ın (cc) rahmeti, gazabını daima geçer. Cehennem 7 kat, Cennet 8 kattır. Yine Üstadımız der ki: “Ne yapayım, acele ettim kışta geldim. Sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz.” (Münazarat) diyor. Ve yine “İslâmiyet, sema-i müstakbelde ve Asya’nın cinânı üzerinde bulutsuz güneş gibi pertev-efşân olacaktır.” (Muhakemat) gibi işaretler, Risale-i Nur’da çoktur.

Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler, vesselam!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*