Zelzele gibi vakıalar tesadüf oyuncağı değiller

Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra bize döndürüleceksiniz.”1 Günlük hayat koşuşturması içinde maalesef ölümü unutuyoruz. Gafletimiz o kadar kalınlaşmış ki her gün binlerce insanın berzah âlemine yolculuğundan ibret alamıyoruz. Ne zaman ki başrolde kendimiz ya da sevdiğimiz bir yakınımız oluyor, o zaman dünyamız, fikrimiz, ibretimiz kısacası bütün senaryo değişmeye başlıyor. 6 Şubat’taki zelzele hadisesiyle diğer günlerden farklı bir sabaha uyandık. Üzüldük, ağladık, empati yapmaya çalıştık. Bir fotoğraf veya birkaç saniyelik video ruh halimizi derinden sarstı. Zahire bakıldığında çok olumlu bir tablo yoktu. Hakikat ise zahirden çok uzak bir yerdeydi. Manayı idrak edemeyenden elbette bâtına bakarak hakikati kavraması beklenemezdi.

Zelzele hakkında çok yorum yapıldı. Genel müşahedemiz önceki vakıaların tekrarı gibiydi. Yani deprem uzmanı profesörlerin ekranda ilmi izahları, bir sonraki deprem ile ilgili tahminleri, birkaç müteahhitin günah keçisi ilan edilmesi gibi klasik tekrarın ötesine gidilemedi. Maddi ve dünyevi nazar toplumu korkutmaktan başka bir netice vermiyor.

Zelzele’nin hususiyetleri

Oysaki en başta yapılması gereken zelzelenin; “vazifedar”2 ve “musahhar”3 memur olduğunu nazara vermektir. “Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada, nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vakıalar olan şu hadisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller.”4 ifadesi hikmet nazarıyla bakmanın ehemmiyetini arz eder. Böylece müsbet neticelere ve hakikate ulaşmak mümkün olur. Korku kapısı kapanıp, hayret ve ibret sahnesi açılır: “O denizin fırtınaları ve zelzeleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekte, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın.”5

Yola çıkıyoruz

Biz de devlet memuru olarak 9-17 Şubat arasında görevlendirmeyle Kahramanmaraş, Pazarcık ve Çağlayancerit ilçelerine gittik.  9 Şubat Perşembe günü üç görevli personel yola çıktık. Cuma sabahı Kahramanmaraş’a ulaştık. Buluşma noktası olan enstitüye gittik. Sabahın erken saatinde yetkili bulamadığımız için şehrin merkezini daha yakından incelemek istedik. Koca binaların tuzla buz olduğuna üzülerek şahit olduk. Her enkazdaki çalışma, insanı tarifi zor bir hissiyatla sarmalıyordu. Enkaz çalışmasını izlemek dünya hayatıyla ilgili sorgulamayı da beraberinde getirdi. Kimsin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? gibi sorular ister istemez zihnimizi meşgul ediyordu.

Bu gibi durumlarda; Dünya hayatı nedir?

“Dünya hayatının misâli şudur: Bir yağmur, onu gökten indiririz. İnsanların ve hayvanların yiyip istifade ettikleri yeryüzü bitkileri o yağmuru emerek boy atıp gürleşir, sarmaş dolaş olur. Derken yeryüzü bütün takılarını takınıp, regârenk süslenerek olanca güzelliğiyle göz kamaştırır hâle gelir. Orayı ekip biçenler bütün bunların kendi güçlerinin eseri olduğuna ve artık onun ürünlerini toplama zamanı geldiğine inandıkları sırada, bir gece vakti veya gündüz oraya azap emrimiz gelir; sanki dün orada hiçbir şey yokmuş gibi, her şeyi kökünden biçiveririz. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri işte böyle birer birer açıklarız.”6

“Onlara dünya hayatını şu örnekle anlat: Gökten su indiririz de onunla yeryüzündebitkiler yeşerip gürleşir, sarmaş dolaş olur; sonunda kuruyarak rüzgârın savuracağı çerçöp hâline gelir. Allah’ın her şeyi yapmaya gücü yeter.”7 gibi ayetleri hatırlamakta büyük fayda olduğunu not düşelim.

Hayaller, gerçekler…

Zira bir anda o enkazdaki insanların gece yatarken yarına dair planları olduğu akla geliyor. Sabaha kavuştuğunda öğrenci okula, esnaf işyerine, işçi fabrikaya gitmeyi amaçlayarak yatmıştı yatağına. Sabah olduğunda anne evi temizleyecek, baba işine gidecek, çocuklar arkadaşlarıyla oyun oynayacaktı. Bir gün önce her şey yolundayken dünya hayatının imtihanlarıyla yüzleşildi: “Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.”8 ayeti sınav mevzularından haberverir.

“Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir. Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor.”9 ifadesi de sınavın başarı şartında aynı mezkûr ayet de işaret edildiği gibi sabra dikkat çeker.

Koordine olamayan vazifeliler!

Bu karışık hissiyatla enstitüye geri döndük. Koordinasyondan sorumlu başka illerden gelen iki il müdürü vardı. Biraz zaman geçirince ortamda bir koordinasyonsuzluk olduğu anlaşılıyordu. Görevli personellerin iyi niyetle gelmesine karşın yapılacak işlerle alakalı detaylı bir plan-program olmadığından kimin ne yapacağı belli değildi. Koordinasyondan sorumlu müdürlerden biri de bu durumdan müzdaripti: “60 kişi aynı anda geliyor. Ben bu kadar kişiyle ne yapayım?” mealindeki ifadeleri yoruma hacet bırakmıyordu. İşin kötü yanlarından biri de oraya yardım için gelen ve ne iş olsa yapmaya hazır bu kadar personelin akşama kadar ateşin başında bir şey yapamamasıydı. Bir yandan yardım bekleyen insanlar diğer yanda yardım etmek isteyip de elinden bir şey gelmeyen personel. Üstelik kalacak yerin de sınırlı olması, çoğu kişinin arabalarda yatmak zorunda kalması, o kadar personelin iaşesinin ciddi bir yekün teşkil etmesi gibi maddi ve manevi ziyanları da zikretmemiz gerekir.

Cuma Namazı!

İlk günün hayal kırıklığını yaşarken cuma vakti yaklaşması sebebiyle hemen bir cami arayışına girdim. Maalesef çoğu cami hasarlı olduğundan namaz kılma imkânı yoktu. Ben açık alanda kılınır diye düşünsem de bu beklentim gerçekleşmedi. Ezan okunmasına kısa bir süre kala otogarın yanında bulunan camiye hızlı adımlarla yöneldim. Bu cami cuma namazı için son fırsatımdı. Yine camide kimse yoktu. Sonsuz hamd olsun ki birkaç kişinin çimenler üzerinde namaz için hazırlık yaptığını fark ettim. Hemen onlara dahil oldum. Sonra birkaç kişi daha geldi ve kemal-i lezzetle cuma namazını eda ettik.

Birkaç kişiyle eda edilen ve çoğu yerde kılınmayan cuma namazını enstitüye giderken yol boyunca düşündüm. Bu kadar net bir İlâhi ikaza rağmen ders alamadığımızı müşahede etmek son derece üzücüydü. Dünya hayatını ve içindeki malları, imkânları, makamları ne kadar çok seviyoruz! Onların harap olması bile hakikati düşünmek noktasında kalın gafletimizi dağıtamıyor. Boş ve elemli hülyalar uğruna hayatımızı tüketiyoruz. Araçları amaç yapmanın acısını yaşıyoruz. Emaneten verilen maddenin sahibi olduğunu tevehhüm ediyoruz. Ayetler bu konuda beşeri çok net ifadelerle uyarır:

“Size verilen şeyler, dünya hayatının geçici nimeti ve süsüdür. Allah katındaki nimetler ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?”10 “İyi bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundan, bir eğlenceden, bir süs ve gösterişten, aranızda bir öğünmeden, mal ve evlatta çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki, onun bitirdiği ekinler çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kuruyuverir de sen onu sapsarı kesilmiş görürsün. Ardından da çerçöp hâline gelirler. Âhirette kâfirlere şiddetli bir azap, mü’minlere ise Allah’tan bir bağışlama ve rızâ vardır. Evet, dünya hayatı, aldatıcı bir menfaatten başka birşey değildir.”11

Enkaz psikolojisi!

Ertesi gün şehir içinde belli noktalarda görevlendirildik. Özellikle merkezin biraz daha dışına giderek verilen görevi ifa etmeye çalıştık. Görevin ardından merkezde yine tefekkür ağırlıklı bir gözlem yapmaya çalıştık. Ulu Cami başta olmak üzere yıkılan camiler ciğerimizi yaktı. Bir enkazı detaylıca müşahede etmek istedik. Birkaç saat başından ayrılamadık. O enkazla her geçen süre biraz daha duygusal bağ kurduk. Dışarıda hayırlı haber bekleyen ancak her hallerinden endişeli olan yakınlarına baktık. Bazılarının maalesef psikolojileri iyi değildi. Bundan dolayı sağlıklı tepki veremiyorlardı. Bir başörtülü bayanın kepçe operatörüne “Annemi sen öldürdün!” şeklindeki feryadı herkesi üzdü. Enkaz kaldırma işinin de en az 25-30 kişilik bir ekip işi olduğunu da belirtmiş olalım. Kepçe ve vinç operatörleri, enkaz kaldıran kamyoncular, sağlık ekipleri, jandarma-polis, arama kurtarma ekipleri gibi çok sayıda personelin ortak çalışması ve gayreti söz konusu. Bütün bu çabaya rağmen enkazdaki yakınlarını bekleyen vatandaşlarla görevli personel maalesef karşı karşıya gelebiliyor…

Personelin üç önemli hasiyeti

Bu arada deprem bölgesinde görev yapacak personelin en az üç özelliğe sahip olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu üç özelliğe sahip olmayan personelin afet bölgesinde görevlendirilmesini doğru bulmuyoruz. İlki ihlâslı olması. Yani, fotoğraf ve video çekip, sosyal medyada paylaşmak için değil Allah rızasını esas maksat yapması. İkincisi gönüllü olarak gelmesi. Yani, görevlendirildiği ve mecbur olduğu için değil içinden gelerek, kalbinin de onayını alması. Üçüncüsü ise “amasız, fakatsız” çalışması. Yani, bu iş bana göre değil, benim işim değil gibi mazeret ileri sürmemesi. Yani, ihtiyaç duyulduğunda iş ayrımı yapmadan elinden gelen gayreti göstermesi…

Pazarcık

Üçüncü gün Pazarcık ilçesinde vazifelendirildik. İlçe müdürlüğünde görevli 62 personelden sadece 2-3 kişi vardı. İl merkezine koordinatör atandığı gibi Pazarcık ilçesine de bir il müdürü ekibiyle birlikte koordinasyonu sağlamak için görevlendirilmişti. Bu son derece doğru bir karardı. Zira deprem şokunu henüz atlatamayan ve çoğu personeli vazife yapamayan ilçe müdürlüğünün ciddi bir yardıma ihtiyacı vardı. Hayvanı olan köylü vatandaşların acilen yem ihtiyacı hâsıl olmuştu. Ciddi hayvan teleflerinin ardından sağ kalan hayvanların beslenmesi gerekiyordu. Yem satılmadığı ve üretilmediği için yardımla bir süre idare etmek kaçınılmazdı. Bu işin koordinasyonu noktasında vazife olduk. İlk günlerde ilçe müdürlüğünün bahçesinde dağıtım yapmaya çalıştık. Maalesef her dağıtımda az ya da çok menfi olay oluyordu. Sebeplerde hep aynıydı. Sıraya girmeden yem almak isteyenler, hakkına razı olmayıp “Ona çok bana az veriyorsunuz” mealindeki iddialar ortamı geriyordu.

Bu zor durumda olabildiğince yumuşak bir üslupla hayvan sayısına göre dağıtım yapıldığını, sırayı bozmanın kul hakkına ihlal olduğunu ve buna müsaade edemeyeceğimizi ifade etmeye çalıştık. İnsanların da mevcut psikolojisini nazara alarak ikna metodunu uygulamaya çalıştık. Böyle hassas zamanlarda; “Ey insanlar! Allah karşısında takva sahibi (sorumluluğunuzun bilincinde) olun ve dünyevî isteklerinizde mutedil davranın. Çünkü hiç kimse kendisi için takdir edilen rızkını yiyinceye kadar ölmeyecektir, rızkı gecikse bile! Öyleyse Allah karşısında takva sahibi olun ve dünyevî isteklerinizde mutedil davranın. Helâl olanı alın, haram olanı terk edin.”12 hadisini hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda olduğunun altını çizelim.

Hayvan yemi dağıtmak!

Bazen insan davranışlarını anlamakta ve mantıki bir zemine oturtmakta zorlanıyorsunuz. Bu durumda dahi mesuliyet almanın, haklı olduğumuz halde haksız gibi davranmanın huzurunu da yaşadık. Şöyle ki: Bir köyde hayvan yemi dağıtacaktık. Köyün muhtarı iki gencin kamyona çıkarak yem dağıtımına yardımcı olmasını istedi. Sorumlu şube müdürü de birkaç defa gençlere çağrı yaptı. Toplamda 5-6 defa tekrarlamasına rağmen sadece bir genç çıktı. Durumdan vazife çıkararak büyük bir şevkle 50 kg’lık çuvalları indirilmesine yardımcı oldum. Bir süre sonra o gençte gidince tek devam ettim. Köyün muhtarı bu durumu kabullenemedi. “Herkes kendi çuvalını almak için kamyona çıkıp indirsin” dese de ben devam ettim. Daha sonra arkadaşlarımdan biri gelerek talep etmediğim halde bana yardıma geldi. O da durumdan vazife çıkarmıştı. Böylece son derece keyifli bir şekilde vazifemizideruhte ettik.

Önemsiz detay: Haklı olmak!

Bir kez daha anladım ki haklı olduğunda haklılığına yönelik düşüncelerle meşgul olmak kişinin enerjisini emiyor. Harekete geçemiyor. İç dünyasında esen fırtına amel etmesine engel oluyor. Ancak haklılığı bir kenara bırakıp suların durulması amele giden yolu açıyor. Her hareket daha zevkli, lezzetli, huzurlu adımlara vesile oluyor. Zahiren yorucu görünen işin ne kadar kârlı bir ticarete dönüşebildiğini yaşayarak idrak ettik. Bu durumdan hasıl olan huzuru anlatacak kelime bulamıyoruz.

Empati yapmak!

Kâinattaki tüm mevcudatla kardeşiz. İnsan, küçük bir kâinat olması hasebiyle her şeyle alakadardır. Bu zelzele biraz da bunu öğretmeli. Bir enkazı seyrederken gördüğümüz eşyalarla empati kurabiliyorsunuz. Her eşya kendinizle ya da yakınlarınızla rabıta kurduruyor. Belki de iki küçük kızım olduğundan dolayı küçük pembe renkli elbiseler, oyuncak ayılar ve boyama kitapları beni çok ayrı yerlere götürdü. Kızlarımı düşünmek oradaki dramı daha yakından hissetmeme vesile oldu.

Bu hadiseden dünyevi manada da ibret almamız gerekiyor. Bilhassa zelzele öncesindeki toplum fotoğrafında maddi kaygılar ön plandaydı. Tanımadığımız bir kardeşimiz için harekete geçmek aklımıza bile gelmiyordu. Oysaki zelzeleden sonra yüzlerce tır ülkenin her yerinden bu bölgeye sevk edildi. Sadece birkaç günde Kahramanmaraş’a 1300’ün üzerinde tırın sevk edildiğini duyduk. Demek ki “ben” yerine “biz” demeye başladığımızda daha huzurlu, mutlu bir dünya ve ahiret hayatının kapıları açılacak.

Zehrin adı: Maddiyat!

Maddi kaygıların bir vechi de toplumda kanser gibi yayılan daha çok kazanma hırsı. Öyle ki başka bir şey düşünemez hale gelmiştik. Manevi bir buhran yaşadığımızın farkında dahi değildik. Güne uyandığımızda daha çok nasıl kazanabilirim? sorusu aklı en fazla meşgul eden sual hükmündeydi. Bu uğurda kredi kullanarak ev ve araba almak, borsa oynamak, kripto paraya yatırım yapmak gibi haramların işlenmesi ilahi ikazı çeken başlıca amellerimizdi. Üç aylarda olmamıza rağmen, en kârlı uhrevi ticaret mevsimini gündemimize almaktan uzaktık. Kârın peşindeydik. Hazır lezzete göre hayatımızı planlıyorduk. Bu dünyevi kârın sonundaki ateşi, pişmanlığı, kederi düşünmeden günler geçiyordu.

Manevi çiçekler

Rabbimiz rahmetini tecelli ettirerek normalde yapamayacağımız ameller üzerinde sevap kazandırdı. Evet, zahiren menfi görünen zelzele pek çok manevi çiçeklerin açılmasına vesile olmuştu: “Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevi çiçeklerin inkişafı vardır.”13 Bir kez daha gördük hakikat noktasında hayır ve şer ayrımını yapamıyoruz. Sadece zanda bulunuyoruz: “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.”14 ayeti nefse göre hüküm vermenin yanlışlığını izhar eder.

Neticesi güzel hadise: Zelzele

Demek ki zelzele de güzel ve hayırlı kapılar açar. İki cihan saadetinin netice itibariyle güzelliğini gösterir: “Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiriçirkin, müşevveştir. Fakat o zâhirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”15

Menfi ibadet: Zelzele

Kısa zamanda kullukta terakki etmek için, menfi ibadet olarak adlandırılan zelzele gibi hadiselere sabırla mukabeleye bağlıdır: “Evet, ibadet iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı malûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musîbetlerle, musîbetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîm’ine ilticakârâne teveccüh edip, O’nu düşünüp, O’na yalvarıp halis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, halistir. Eğer sabretse, musîbetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur.”16

Rahmet tecellileri: Şehitlik ve sadaka

Zelzelede vefat eden manen şehit oldu. Böylece peygamberlerden sonraki en büyük makama ulaşıldı. Evi ve arabası olan insanların çoğu bunları sadaka vermekte zorlanır. Zelzele ile giden tüm malı sadaka hükmünde yazıldı. Böylece cüz’i iradeyle kolay kolay kazanılamayacak sevabı çoğu ehl-i iman Rabbimizin ikramıyla haznesine yazdırdı: “O musibetteki gazab ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü o masumların fânî malları, onların hakkında sadaka olup, bâkî bir mal hükmüne geçtiği gibi, fânî hayatları dahi bir bâkî hayatı kazandıracak derecede, bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azaptan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında, ayn-ı gazab içinde bir rahmettir.”17

Nebevi tavsiyeler

Tüm bu kazanımlar dünyadaki cam şişelerini elmasa tercih etmenin yanlışlığını izhar etti. Nebevi tavsiyeleri hatırlayarak dünyada tavrımızın ne olması gerektiğini hatırladık: “Dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol! Kendini kabir ehlinden say.”18 ve “Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır. Bir şeye karşı olan sevgin, seni kör ve sağır yapar.”19

Asıl musibet nedir?

Zelzele başta olmak üzere musibet tanımımız değişti. Asıl musibetin dünya hayatını sekteye uğratan hadiseler olmadığını anladık. Ebedi bir alemi ilgilendiren zararın asıl musibet olduğunu öğrenmek, kullukta yeni ve şevkli bir başlangıca vesile oldu: “Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmanî’dir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı kefaretü’z-zünubdur. Ve bir kısmı gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sâbıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbanîdir, bir tathirdir.”20

Zelzelede bizim de suçumuz yok mu?

Son olarak zelzele vesilesiyle ilahi ikaz hususunda sadece günaha ve dünyaya dalan insanları nazara almanın yanlış olduğu kanaatindeyiz. En büyük mesuliyetin Risale-i Nur talebelerinde olduğunu düşünüyoruz. Zira milyarlarca insana ve Müslümana hayatları boyunca ihsan edilmeyen imani hakikatler ikram edilmiş. Bu ikram mesuliyeti beraberinde getiriyor. Her Nur talebesi bir öz eleştiride bulunmalıdır. Yeterince Risale-i Nurla meşgul oluyor muyum? Günlük okumalarımı yapıyor muyum? Okuduklarımı yaşantıma aksettiriyor muyum? Sohbetlere düzenli olarak gidiyor muyum? İmani hizmetlere elimden gelen maddi ve manevi desteği sağlayabiliyor muyum? gibi soruların cevapları iç açıcı olmadığı malumdur. O halde nefsimizden başlayarak daha iyi bir Nur talebesi olmak için gayret etmeye var mısınız?

Dipnotlar:

1- Ankebût Sûresi, 57; 2- Sözler, s.714; 3- Sözler, s.350; 4- Sözler, s.197; 5- Lem’alar, s.20; 6- Yunus Sûresi, 24; 7- Kehf Sûresi, 45; 8- Bakara Sûresi, 155; 9- Lem’alar, s.23; 10- Kasas Sûresi, 60; 11- Hadid Sûresi, 20 12- İbn Mâce, Ticâret, 2; 13- Sözler, s.259; 14- Bakara Sûresi, 216; 15- Sözler, s.259; 16- Lem’alar, s.23; 17- Sözler, s.199; 18- Tirmizî, Zühd 25; 19- Ebû Dâvud, Edeb 125; 20- Lem’alar, s.26

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*