“Nereden geldik, nereye gidiyoruz?”

Bu soru bu defa Katolik Kilisesi lideri Papa Francesco’dan geliyor.

Papa, Uluslararası Uzay İstasyonun’da görevli astronotlara canlı video bağlantısı aracılığı ile “Astronomi bize kâinatın sınırsız ufuklarını sorgulatıyor. Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz? Sizin uzaydaki tecrübeleriniz ışığında, insanın kâinattaki yeriyle ilgili görüşünüz nedir?” diye soruyor. Astronot Nespoli ise bu soruya şöyle cevap veriyor: “Bu karmaşık bir soru. Ben teknik bir adamım. Makinelerin ve deneylerin arasında kendimi rahat hissediyorum, ama iş “Nereden geliyoruz?” gibi meselelere gelince benim de kafam karışıyor.” 1

Ne ilginç, uzayın en ince sırlarını merak edip araştırmaya koyulan bir bilim adamı: “Bu san’atlı, ölçülü âlemler niçin var? Küreleri döndüren, güneşleri yanmak maddeleri tükenmeden yandıran güç nedir? Benim bu dünyaya geliş sebebim, gayem nedir? Neden gelenler bir süre kalıp gidiyorlar?” gibi meselelere “kafam karışıyor” deyip, üzerinde durmak, düşünmek istemiyor.

Esâsında bütün bilimsel araştırmaların, keşiflerin, çalışmaların temeli; Allah’ın yaratmış olduğu varlıkları ve kânunları anlayabilme üzerinedir. Yoksa, yeni bir şey ortaya çıkarılıyor değildir. Bir astronot, ne kadar yeni gezegen keşfetse, nebuloların, kara deliklerin yapısını ne kadar iyi bilse de; “Bunları böyle kusursuz tasarlayan, meydana getiren, uçsuz bucaksız fezada direksiz durduran, döndüren, ilmi, kudreti sonsuz bir Zât vardır.” diyemiyorsa, veya Nespoli gibi “kafam karışıyor” deyip içinden çıkabiliyorsa o ilim onun için faydasız bir ilimdir.

Zira Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm: “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” demiştir. İlmin asıl gayesi Allah’ı tanımak olmalıdır. Hakîkatte bilim ve ilim ebedî saadeti kazanmaya vesile olacak basamaklardır.

Papa’nın sorduğu “Nereden geldik, nereye gidiyoruz” gibi sorular, itiraf etsin ya da etmesin her insanın merak ettiği sorulardır. Astronot Nespoli gibi “kafam karışıyor” diyenlere, biz de “Risale-i Nur Külliyatı’nı okuyun, her sorunuza cevaplar bulacaksınız” diyelim. Müthiş bir örnek ile noktalayalım.

“Hikmet: “Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir? Bu suale, beni adem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabi Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:

“Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelinin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezeli, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azim insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezeliden risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelinin risalet beratı olarak bana verdiği Kur’ân-ı Azimüşşan elimdedir.

Şüphen varsa al, oku!” 2

Mehtap Yıldırım Yükselten

Dipnotlar:
1. BBC Haber Türkçe.
2. İşârâtü’l-İ’câz, s. 17.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*