Neyin sadeleştirilmesi?

Her ne hikmetse bazı kişi ve kuruluşlar tarafından, Türkiye’de milleti ve devleti alâkadar eden mühim gündem maddeleri varken, bundan tam 52 yıl önce Hakka yürüyen, ahirete vuslat eden Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin bin bir sıkıntı ve imkânsızlıklar içinde ve harp meydanlarında avn-ı İlâhî ile telif ettiği Risale-i Nur Külliyatı’nın “sadeleştirilmesi“ adı altında Lem’alar kitabıyla nevzuhur birşey ortaya çıktı. Çıktı mı veya çıkarıldı mı? Bu husus ayrıca tahkikat isteyen bir konudur.
Bu kişilere fazla muhatap almadan birkaç misâl ve hatıratla ışık tutmak ve akılları hüşyar olanlara hitap etmek istiyorum. Birincisi; kendileriyle bire bir görüştüğüm ve derslerinde bulunduğum; Hz. Bediüzzaman’ın Van’da, Isparta’da ve Emirdağ’ındaki sabah derslerine iştirak eden ve bir kısmı hayatta olan, bir kısmı ise dar-ı bekaya irtihal eden, mümtaz ve muhterem talebelerinden kardeşi büyük âlim Abdülmecid Nursî (Ünlükul), Molla Hamid Ekinci, babam Şeref Uslu, Kâmil Acar, Ali İhsan Tola, Zübeyir Gündüzalp, Ahmed Feyzi Kul, Tahiri Mutlu, Dr. Sadullah Nutku, Mustafa Sungur, Said Özdemir, Halıcı Sabri, Rifat Filizer, Av. Bekir Berk, Mustafa Türkmenoğlu, Bayram Yüksel ve emsâli zatların, özet ifadelerinden müthiş bir hatıra:

“Hz. Üstad Bediüzzaman, sıra ile bizlere Risale-i Nur okuturdu, kendileri izah ederdi ve ‘Ben de sizlerin ders arkadaşınızım, ben de Nur talebesiyim’ derdi. Bir gün sabah namazında, biz 26. Söz’ü (Kader Risalesi) —ki en muğlak (anlaşılması zor) bir risaledir—okurken kendisi izahlar yaptı ve bu izahlarına da diğer risâlelerden de atıflar yaptı. Fakat dikkatimizi çeken, bu kendi tevil ve izahlarını hem Risale-i Nur’a, hem de okuduğumuz Kader Risalesi’ne yazdırtmadı ve geçirtmedi. Bizler de tekrar inandık ki bu eserler ‘sünuhat-ı İlâhî, tuluât-ı kalbiye ve ilham-ı Rabbanîdir.’ Onlara karışmadı, karıştırmadı ve sadeleştirmeye gitmedi…”

Üstadın kardeşi, büyük âlim ve bir çok cihetle büyüğümüz ve hocamız olan Abdülmecid Nursî’nin hayatını kaleme alırken, kendilerinin Konya İmam Hatip okulunda öğretmen arkadaşı merhum Yaşar Gökçek Hocaya müracaat etmiştim. Bana el yazısı ile yazdığı mektubunda bununla ilgili bir kayıt düşmüştü: Abdülmecid Efendi’den, öğretmenliği döneminde Konya İmam–Hatip ve Yüksek İslam Enstitüsü öğrenci ve öğretmenleri Risâlelerin sadeleştirilmesini istemişler. Onlara cevaben demişti ki: “Bugünkü ifade, Hz. Üstadın imzası gibidir. Asla değiştirilemez ve sadeleştirilemez. Hem Risale-i Nur’un düşmanlarına fırsat verilmiş olur, hem de Hz. Üstadın ifadesindeki ilmî lezzet kaybolur.”

1967 senesinde Abdülmecid Nursî efendinin vefatı münasebetiyle Konya’ya gelen ve bir müddet kalan, merhum Zübeyir Gündüzalp, merhum Halıcı Sabri Efendinin mağazasındaki sohbetimizde Risale-i Nur’un neşri üzerine Hz. Üstaddan şu hatırayı nakletti: “O tarihlerde Türkiye’de neşriyatla ilgili birçok gelişmeler oldu. Hz. Üstada kendim sordum: Üstadım bu kadar tazyikat ve takibatlar var ve ‘Mademki Risale-i Nur hizmet ediyor, Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur Külliyatı demeden neşretsek olmaz mı?’ diyorlar ve yapmaya kalkışanlar da var. Cevaben dedi ki: “Risale-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursî demezseniz hizmet olmaz, bu isimlerin önemi vardır. Başka isimlerle neşrolunmaz ve Risale-i Nur değiştirilemez. Çünkü mevhibe-i Rabbani, sünuhat-ı İlâhi ve ilham-ı kalbîdir.”

Bu ifadelerin tarifi de yine Risale-i Nur’da vardır.
Daha sonra yaptığım araştırmamda, bu tespitlere ve ikazlara uymayanlar akıl hastanesine kaldırılmıştır. Arif olanlar yaşanan bu müşahhas hatıratı anlarlar, anlamayanlar da kısa zamanda tokat yerler ve yemişlerdir. Malın marka ve sahibi kim? Tekrar bu hususta mülâki olmak üzere…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*