Ondokuzuncu mektuba dair

Image
Sual: “Barla Lâhikasında Sabri Ağabeyin bir mektubunda geçen: ‘…O vekâyîde siz cismen değilse de fakat rûhen, Server-i Kâinât Efendimiz Hazretleriyle (asm) berâber idiniz tasavvur ediyorum. Zîrâ vekâyi-i mezkûrenin künyesiyle, mevkîiyle, an’anesiyle kat’iyyen müşâhede ve ol vecihle nakl ve tahrir buyurduğunuza kânî ve kâilim’ cümlesini açıklar mısınız? Burada, Üstad Hazretlerinin Hulûsî-i Sânî ve büyük bir âlim dediği Sabri Ağabeyin bahsettiği olay ve vak’a nedir?”

Bahsettiğiniz mektup, Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin Hulûs-i Sânî ve büyük bir âlim diye nitelendirdiği Sabri Efendinin, Üstad Hazretlerine yazdığı mektuptan bir parçadır.
Söz konusu mektupta Sabri Ağabey On Dokuzuncu Mektup’tan bahsediyor. Bilindiği gibi On Dokuzuncu Mektup Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bini aşkın mu’cizesini canlı olarak anlatan hârika bir risâle. Bu risâle Üstad Saîd Nursî Hazretlerinin de ifâdesiyle, nakil ve rivâyet olmakla berâber, yüz sayfadan fazla olduğu halde, kitaplara müracaat edilmeden, ezber olarak, dağ ve bağ köşelerinde, üç dört gün zarfında, her günde iki-üç saat çalışmak şartıyla, tamamı on iki saatte telif edilmiştir.1 Yani Mu’cizât-ı Ahmediye (asm) olarak adlandırılan On Dokuzuncu Mektubun telif hızı, bizim “hızlı okuma” hızımıza neredeyse eşit olarak gerçekleşmiştir. Bu risâlede Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bini aşkın mu’cizesi canlı olarak anlatılmıştır. (On Dokuzuncu Mektubun bu günkü baskılarında bahsedilen rivâyetlerin tamâmının sahih kaynakları dipnot olarak verilmiştir.)
Sabri Ağabey mektubunda, âleme rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bini aşkın mu’cizesinin canlı olarak anlatıldığı On Dokuzuncu Mektubu aldığını, Hulûsî Ağabeye gönderilmek üzere yazmaya başladığını; çeşitli türlerden bin mu’cizenin yer aldığı bu risâlede pek ziyâde ulvî ve nûrânî bahislerin ve olayların beyan ve müjde edildiğini görmekten büyük bir mutluluk duyduğunu, bu müjdeler ile kalbinin ve rûhunun bahar gibi gül ve gül bahçesine döndüğünü yazıyor.
Sabri Ağabey devamla bu hususta kalben hissettiği duygularına yer veriyor; bu risâleyi lâyık-ı veçhile medhü senâ etmek arzu ediyor ise de, bundan âciz oluşunu söylüyor ve böyle parlak ve canlı bir risâleyi telif eden Üstad Saîd Nursî Hazretlerinin anlattığı vâkıalarda ve olaylarda cismen olmasa da, rûhen bulunduğunu, rûhen Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ile birlikte olduğunu keşfettiğini, Üstad Hazretlerinin anlattığı bütün olayları künyesiyle, yeriyle, yurduyla, bizzat müşâhede ederek ve görerek yazdığını ve naklettiğini anladığını yazıyor.2
Bize de, “hâzâ min fazli Rabbî” demek ve bu yüksek hakîkatın yolunda sarsılmadan yürümek için Allah’a duâ etmek kalıyor. Rabb-i Rahîm, cümlemizi kendi yoluna hizmetten ve istikametten ayırmasın. Âmîn.
***
Zahid Bey: “Abdestsiz olarak risâle okurken geçen âyetleri okuyabilir miyiz?”
Efdal olan, Risâle-i Nûr’u abdestli okumaktır. Bu durumda içinde geçen âyetleri abdestsiz okuma problemi otomatikman ortadan kalkmış ve problem aşılmış olur.
Abdest almak gibi bir ruh, moral ve gönül sağlığını ve bizi hades halinden arındıran bir hükmî temizliği yerine getirmek zor olmamalı. Şüphesiz su yoksa veya zorluk varsa sözümüz yok. Ancak su varsa, zorluk da yoksa, yani imkân varsa abdest almak ihmal edilmemelidir. Çünkü Kur’ân’a ve âyetlerine abdestli dokunmak farz olduğu gibi; Kur’ân’ı ve Kur’ân ilimlerini abdestli okumak, âdâb ve usûl bakımından, feyiz ve fazîlet bakımından, incelik ve nezâhet bakımından efdaldir ve önemlidir.
Ebû Hüreyre radiyallahü anh anlatmıştır: Resûlullah Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bir kabristana girdi ve:
“Esselâmü Aleyküm ey Mü’minler topluluğunun âlemi! İnşaallah biz de size kavuşacağız. Kardeşlerimizi gördüm de sevindim.” buyurdu.
Oradakiler: “Yâ Resûlallah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” dediler.
Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm: “Siz benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise henüz gelmediler. Ben onları Kevser Havuzunda bekleyeceğim.” Buyurdu.  Oradakiler: “Yâ Resûlallah! Ümmetinden senden sonra gelecekleri nasıl tanıyorsun?” dediler.
Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm: “Düşünün; bir adamın siyah atlar arasında alnı beyaz, ayaklarında seki olan bir atı olsa, o atını tanımaz mı?” diye sordu.  Oradakiler: “Elbette yâ Resûlallah; tanır” dediler.  O zaman Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm: “İşte benim o kardeşlerim kıyâmet günü aldıkları abdest sebebiyle alınları ve abdestte yıkadıkları uzuvları parlayarak gelecekler. Ben ise onları Havuz başında bekleyeceğim” buyurdu.3
Namaz kılmak ve Kur’ân’a dokunmak dışında abdestsiz bulunabiliriz şüphesiz. Fakat Kur’ân ilimlerini tahsil ederken mümkünse abdestli bulunmak tercihimiz olmalı.
Eğer abdest alacak kadar suyumuz varsa, zorluk ve sıkıntımız da yoksa; kıyâmet gününde alnımızı, yüzümüzü, uzuvlarımızı ve rûhumuzu parlatacak ve bizi Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselâm’a yakın kılacak alâmet-i fârikamız olan bir davranış bize bu gün neden zor gelsin ki?

Dipnotlar:

1- Mektûbât, s. 89.
2- Barla Lâhikası, s. 35.
3 Nesâî, Tahâret, 110

 

Image  

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*