“Sakın sakın, siyaset tefrikaya atmasın”

30 Mart yerel seçiminden yaklaşık 4.5 ay sonra yapılan cumhurbaşkanı seçimini de malûm sebeplerle gergin bir ortamda gerçekleştirdik. İki seçimin üzerine de özellikle 17 Aralık’ı takip eden ilk günlerden itibaren başlayan gerilimin gölgesi düştü. Çok hararetli, öfkeli tartışmalar, eleştiriler, suçlamalar yapıldı. İnsafsızca gıybetler edildi. İşi hakaret, tezyif, hattâ küfür ve tekfir noktasına vardıranlar dahi oldu.

Ve seçim geride kalmış olmasına rağmen, ne yazık ki bunlar yer yer hâlâ devam ediyor.

Oysa hele aynı kudsî kaynaktan beslenen bir cemaatin mensupları olmanın bize kazandırdığı ortak anlayış ve şuur, özellikle bu konuları sükûnetle tartışabilmemizi, karşılıklı olarak birbirimizi anlamaya çalışan samimî ve yapıcı tavırlarla müzakere edebilmemizi gerektiriyor.

İslam ahlâkının, kardeşlik hukukunun, insanî bağların, medenî tavır ve duruşun icabı da bu.

Bu müzakerenin zemini ise meşveret. Nitekim seçimden önce yaz sıcağında ve Ramazan’da büyük bir katılımla ve Üstadın “Meşveretle reylerinizi teşettütten (ayrılıp dağılmaktan) muhafaza ediniz” çağrısının gereğini yerine getirmek için olağanüstü toplanan umumî temsilciler heyetimiz, bir karar verdi. Ve bu karar gazetemizde deklare edilip duyuruldu.

Ama sonrasında bu karar sebebiyle, o heyetin mensupları ve kararı farklı boyutlarıyla yorumlayan gazetemiz yazarları yerden yere vuruldu, aşağılandı, hakaretlere maruz bırakıldı.

Risale-i Nur’un hiçbir yerinde dayanağı olmayan bu tahripkâr tavır asla tasvip edilemez.

Bediüzzaman’ın Nur Talebelerine yaptığı, ama herkes, özellikle de ehl-i imanın tamamı için geçerli olan ve bilhassa böyle ortamlarda sık sık hatırlattığımız ikazını tekrar aktarmak isteriz:

“Sakın sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin…” (Kastamonu Lâhikası, s. 88)

Daire içinde bu ikazın gereklerine yeterince hassasiyet gösterilip riayet edilemeyişi, şimdiye kadar hepimize ağır bedeller ödetti. Hiçbir değeri ve kıymet-i harbiyesi olmayan konjonktürel ve geçici rüzgârların etkisinde kalınarak, taraf veya karşıt pozisyonunda müdahil olunan şiddetli münakaşalar, kalıcı kırgınlık ve küskünlüklere yol açtı, gönül köprülerini yıktı.

Ne olur, artık siyaset cereyanlarının bizi birbirimize düşürmesine izin vermeyelim. Gelip geçici siyaset rüzgârlarına kapılarak, kardeşlik hukukunu zedeleyici davranışlara girmeyelim.

Ve meşvereti yıpratmaktan artık vazgeçelim.

Bilhassa siyasetteki konjonktürel fikir ayrılıklarının kalıcı ihtilâflara dönüşmemesi için meşvereti muhkem tutmak hepimizin görevi değil mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*