Seni anlamadık Üstadım!

Seni anlamadık Üstadım! Aramızdan maddeten ayrılışının kırk üçüncü sene-i devriyesinde hâlâ seni anlamamış olmaktan dolayı mahcûbuz.

Sen bize Kur’ân’dan açık ve net mesajlar getirmiştin. Kur’ân’ı anlarsak, Kur’ân’a güvenirsek, Kur’ân’a el verirsek Müslümanlar olarak yükseleceğimizi, mâkûs talihimizi yeneceğimizi, istikbâlin bizim olacağını müjdelemiştin. Kur’ân’ın bize, “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâma) sımsıkı sarılın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişilerdiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz”1 emri gereğince şeksiz şüphesiz vahiy olan altın gibi, elmas gibi, pırlanta gibi, nûr gibi kudsî kaynaklarımızdan ayrılmamamız gerektiğini hatırlattığın2 günden beri bir asır geçti!

Biz Kur’ân’ı anlamadık ki… Biz Kur’ân’a güvenmedik ki… Biz Kur’ân’a el vermedik ki…

O’ndan dövülüyoruz! Elin gâvurunun bombası, bir buçuk milyar Müslüman olarak—Irak’ta değil, Filistin’de değil—tepemizde, yüreklerimizde o­ndan patlıyor. o­ndan bizi param parça ediyor! Kalbimizi ve o­nurumuzu o­ndan kanatıyor. Yüreğimiz o­ndan yanıyor. Gözlerimiz o­ndan buğulu. Gönlümüz o­ndan kırık.

Hâlâ içimizde yeis ve ümitsizlik! Oysa sen Üstadım, Kur’ân’ın “Lâ taknetû min rahmetillâh” (Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz”3 âyetini kulaklarımızda değil, kalbimizde çınlatalı yine bir asır geçti! Bir asır! Ve hâlâ bizim içimizde ümitsizlik, hâlâ içimizde yeis! Çünkü biz Allah’ın rahmetini de unutmuştuk ki!.. Ağlanacak haldeyiz biz!

Oysa sen uyarmıştın Üstadım: “Yeis, ümmetlerin, milletlerin seretan (kanser) denilen en dehşetli bir hastalığıdır ve kemâlâta mâni ve “Ene ınde hüsn-i zanni abdî bî” (Ben kulumun hüsn-ü zannının yanındayım.)4 hakikatine muhaliftir” demiştin.5

Hâlâ kendimize karşı ve Rabbimize karşı dürüst değiliz. Müslümanlar olarak sosyal ve siyâsî hayatımızda sıdkı, doğruluğu ve dürüstlüğü diriltmemişiz. İşlerimiz hep yalan, dolan, hîle, dolap, düzen, vs.… Doğruluğu ve dürüstlüğü öldürmüşüz! Ne dehşetli hastalık!

Hâlâ birbirimize düşmanız Üstadım! Adâvete muhabbet ediyoruz biz! Dostluk yok aramızda. Bir bağ yok! Ne dinî, ne imânî, ne kitâbî, ne ilmî, ne siyâsî, ne ekonomik, ne askerî. Birlik yok. Beraberlik yok. İş birliği yok. Muhabbet yok.

Düşman yol bulup gelmez mi? Çiğnemez mi kanımızı, toprağımızı, o­nurumuzu, vicdanımızı, insanlığımızı, Müslümanlığımızı? Ağlatmaz mı bizi? Tokat vurmaz mı zâlim,—bilmese de—Allah adına, Allah aşkına?

Oysa sen; “adâvete muhabbet, ehl-i îmânı birbirine bağlayan nûrânî râbıtaları bilmemek, istibdat ve sırf kendini düşünmek” gibi bulaşıcı ve müzmin hastalıkların Müslümanları ortaçağ karanlığına sürükleyeceğini haber vermiştin tam bir asır önce! Üstelik şimdi hayâsızca yakılan, yıkılan, vurulan Bağdat’ın biraz berisinde, Şam’da, Emeviye Camiinde, o­n bin kişiye karşı! Sesini, çığlığını, feryadını tüm İslâm âlemi duymuştu!6 Oysa o zaman da Müslümanlar yine bir ümitsizlik girdabında boğuluyordu. Yine yürekleri yanıyordu.

Bir asırdan beri seni anlamadık Üstadım! Düşman yol bulup gelmez mi? Çiğnemez mi evimizi, barkımızı, yuvamızı, aşkımızı, sevincimizi, hayatımızı? Sızlatmaz mı yüreğimizi? Yakmaz mı gönlümüzü?

Biz, Kur’ân’ı anlamadık! İslâmı anlamadık! O’ndan yanıyoruz biz! Sen bize İslâmı anlayabileceğimiz bir dilde anlatmıştın oysa! Seni okumadık ki biz! Yalnız Filistin’de, Irak’ta değil; evimizin içinde, yüreğimizde kaderin bu tokadını o­ndan yiyoruz!

Üstadım! Müslümanların geri kalmasına öylesine mahzun olmuştun, ciğeri yanmış gibi öylesine feryâd ü figan etmiştin ki, bunun sebebi olarak; İslâmiyetin özünü ve vahyini terk ettiğimizi, kabuğuna ve dış yüzüne bakıp durduğumuzu ve aldandığımızı, İslâmiyeti doğru anlamadığımızı… Bu kötü ve soysuz anlayışımızla İslâmiyetin hakkını vermediğimizi ve müstehak olduğu hürmeti göstermediğimizi, bundan dolayı İslâmiyetin bizden nefret ettiğini, evham ve hayalât bulutlarıyla sarılarak bizden gizlendiğini haber vermiş, koskoca İslâm âlemini uyarmıştın. İslâm âlemini İslâmiyeti anlamaya çağırmıştın!

Müslümanlar olarak bizim, İsrâilî rivâyetleri İslâmın pırlanta ve aydınlık aslına, efsânevî hikâyeleri İslâmın elmas gibi inanç sistemine ve mecâzî ifâdeleri İslâm’ın zümrüt gibi hakîkatlerine karıştırdığımızı ve böylece İslâmiyet’in kıymetini takdir edemediğimizi esefle bildirmiştin. İslâmiyetin de buna cezâ olarak bizi dünyada zillet, sefâlet ve geri kalmışlıkla tokatladığını haber vermiştin.

Üstadım! Bu zilletten, bu sefâletten, bu güçsüzlükten ve bu geri kalmışlıktan bizi kurtaracak olanın yine İslâmiyet’in merhameti olduğunu müjdelemiştin. Ve tüm Müslümanlara ilân etmiştin ki: “Öyle ise, ey ihvân-ı Müslimîn!… Geliniz! o­na tarziye vereceğiz! El birliğiyle dest-i sadakati uzatacağız! Bîat edeceğiz! O’nun hablü’l-metînine sarılacağız!”

Tüm Müslümanlarca İslâmiyetten özür dilememiz halinde, o­na sâdık kalmamız, o­na el vermemiz ve o­na bîat etmemiz halinde, o­nun sağlam ipine sımsıkı sarılmamız halinde, toprak altında gizlenmiş olsa bile Allah’ın izniyle Hakkın er-geç parlayacağını, tüm dünyaya hâkim olacağını, zamanın ve zeminin merhametsizliğinden dolayı az ve zayıf olsa da hakkın taraftarlarının muzaffer olacağını, istikbal sarayının tahtında tek hakîkat olarak yalnız İslâmiyetin oturacağını bize kesin ifâdelerle müjde vermiştin.7

Üstadım! Müslüman olarak üzerimizde bir dehşetli musîbet dolaşıyor. Düşman eliyle kaderden tokat yiyoruz! Demek biz hâlâ İslâmiyetten özür dilemedik! Hâlâ o­na sâdık kalmadık! Hâlâ o­na el vermedik! Hâlâ o­na bîat etmedik! Hâlâ o­nun sağlam ipine sarılmadık!

Üstadım! Biz İslâmı anlamadık!

Biz seni okumadık ki!

Şimdi bir buçuk milyar Müslüman olarak yanışımız, yakılışımız, yıkılışımız, vuruluşumuz, perîşâniyetimiz, ağlayışımız, feryâdımız bundan bizim. Biz Allah’ın dînini anlamadık ki!

Allah’ım! Bize dînini anlama nimeti ver! Bize sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma gönderdiğin vahye sarılma lütfu ver! Bize merhamet buyur! Bizi hatâlarımızla ve kusurlarımızla yargılama! Bizi bağışla! Bize acı! Filistin’deki ve Irak’taki mâsûm ve mazlûm Müslüman’ların üzerinden zâlimlerin ateş çemberini kaldır. o­nlara merhamet et! o­nları yuvalarından, evlerinden, barklarından, çoluk ve çocuklarından, sağlıklarından ve hayatlarından etme! o­nları koru! o­nlara şefkat et! o­nların acısını bir an evvel dindir! o­nları ıztırapta bırakma! o­nları ağlatma! o­nlardan râzı ol Rabbim! Ölenlerine şehadet ver! Mekânlarını Cennet eyle! Kalanlarına sabır, sıhhat ve selâmet ver! Düşman kılıcını İslâm âlemi üzerinden kaldır Rabbim! Müslüman olarak hatâmızın büyüklüğünden, cürmümüzün azametinden ve cinâyetimizin dehşetinden endîşe duyuyoruz, ürperiyoruz, korkuyoruz; fakat yine Sana sığınıyoruz Rabbim! Sana karşı mahcûbuz; fakat Sen’den başka kimimiz var ki? Sen Erhamü’r-Râhimîn’sin! Müslüman’ları düşman kılıcıyla, ölümle, kanla, musîbetlerle, belâlarla, acıyla ve ıztırapla terbiye etme. Dînini hakkıyla anlamada Müslüman’lara kolaylıklar ihsân eyle! Âmîn… Âmîn… Âmîn…

DİPNOTLAR:

1- Âl-i İmrân Sûresi: 103; 2- Dîvân-ı Harb-i Örfî ve Sünûhât, s. 101; 3- Zümer Sûresi: 53; 4- Buhârî, tevhid, 15; Tirmizî, Tevbe, 1; 5- Hutbe-i Şâmiye, s. 40; 6- Hutbe-i Şâmiye, s. 21; 7- Muhâkemât, s.7.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*