Sıddık Süleyman (Kervancı) (?-1965)

Çoğu insanın korkusundan yanaşamadığı ve uzak durduğu bir dönemde Bediüzzaman Hazretlerine dost ve talebe olmuştur. Sekiz yıl boyunca gördüğü samîmî hizmeti ve arkadaşlığından dolayı “Sıddık” unvanını Üstadından almıştır. Cennet bahsini konu edinen Yirmi Sekizinci Söz onun bahçesinde yazılmıştır. Bundan sonra bahçesinin adı da “Cennet Bahçesi” olmuştur. Ankara’da vefat etmiş, Barla’ya götürülerek defnedilmiştir.

 

Bediüzzaman Hazretlerini Barla’ya sürgün etmenin belki de en büyük gayesi; onu tamamen toplumun dışına atmak, insanlarla irtibatını kesmek ve böylece vefatına kadar silik bir hayat sürmesini sağlamaktı. Özellikle Barla gibi ıssız ve ulaşımı zor bir beldenin seçilmesi bunu açıkça göstermekte idi. Bu dönemde böyle sürgün hayatı yaşatma ve insanları muhtelif yollarla tehdit edip uzaklaştırma, sık sık başvurulan yöntemlerin başında gelmekte idi.

Barla ile ismi birlikte anılan ve Barla denince ilk akla gelen simalardan bir tanesi kuşkusuz Bediüzzaman tarafından verilen “Sıddık” unvanlı Süleyman idi. Yok edilmeye çalışılan bir fikir ve düşünce âliminin, yok edilemeyeceğini sadakatiyle gösteren Sıddık Süleyman…

Sıddık Süleyman’ın nerede ve ne zaman doğduğu hakkında elimizde bilgi yoktur. Barla’da doğmuş olabileceği tahmin edilmektedir. Biraz erken sayılabilecek bir tarihte vefat etmiş olmasından dolayı özgeçmişi ile ilgili kendisinden bilgi alma imkânı olamadı. Hakkındaki bilgiler 1926 yılı sonrasına dayanmaktadır. Bundan öncesi ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur.

Barla’ya gelen Bediüzzaman’a yakınlık gösterip yardım eden Sıddık Süleyman hem yardımcı, hem de talebe oldu. Sekiz sene boyunca sadakat ve hizmetini devam ettirdi. Sahip bulunduğu bahçesini Üstadına tahsis etti. Sekiz sene sadâkatle Üstadına hizmet etti. Sıddık unvanını aldı. Cennet konusunu işleyen Yirmi Sekizinci Söz onun bahçesinde bir iki saat zarfında yazıldı. Bu risâlenin yazılmasından sonra Süleyman’ın bahçesinin adı “Cennet Bahçesi” oldu. Böylece hem bahçenin, hem de sahibinin adı unutulmazlar arasına dâhil oldu.

Sırf Allah rızası için kendisine büyük bir hizmette bulunan ve Risâle-i Nurun neşrinde katkılarıyla hisse sahibi olan Süleyman, Bediüzzaman’ın övgüsüne mazhar oldu. Her vesile ile hatırı soruldu. Ayrılıktan sonra da unutulmadı ve daima ismi duâya dahil edilenlerden olma bahtiyarlığına erdi; “… Senle (talebesi Sabri) Sıddık Süleyman, benim nazarımda ve fikrimde ve duâmda daima beraber bulunduğunuzdan, seninle konuştuğum vakit, omuz omuza ikinizi beraber görüyorum. Mâsum ve mübarek çocuklarınız duâdan hissedardırlar.” (Kastamonu Lâhikası, s. 33).

Bediüzzaman Hazretleri maddî ve manevî sıkıntılar içinde yaşarken özellikle bazı talebelerinin kendisini ziyaret etmesinden büyük bir mutluluk duymuş ve mektuplarına kaydettirmiştir. Bu kayda geçenlerden birisi de yine Süleyman’dır; “Bu şiddetli maddî ve mânevî kışın, sıkıntılı maddî ve mânevî hastalığı vaktinde dünyadan mufarakat ve pek çok alâkadar olduğum Nurcu kardeşlerimden iftirak ihtimalinden gelen elemler beni sıkarken, birden Sıddık Süleyman, Nur Santralı Sabri, umum o havalideki kardeşlerim namına ve nesebi akrabalarımın da hesabına, Abdülmecid ve Abdurrahman mânâsında buraya geldiler. Cenâb-ı Hakk’a şükrediyorum, onların gelmesi, bir panzehir hükmünde bana ilâç oldu. Ben de buradaki âdetime muhalif olarak ne olursa olsun yanıma dâvet ettim, geldiler. İki üç saat kadar tam bütün meraklarımı, hususan Barla’daki dostlarımın hallerini anlamakla, Barla’daki eski zamanıma mesrurane bir seyahat-ı maneviye-i hayali yaptık.” (Emirdağ Lâhikası, s. 167).

Sıddık Süleyman’ın hizmetini muhtelif vesilelerle öven, hizmetini takdir eden ve bunu diğer talebelerine yazdığı mektuplarda da dile getiren Bediüzzaman, daima kendisine duâcı olduğunu da ilâve etti. “Mektuplarınızda ara sıra Sıddık Süleyman’ın, eski zamanda hararetli sadakati ve alâkadarlığı ve kuvvetli şakirtliğiyle bahsi geçiyor. O zat, ben ölünceye kadar onun sadakati ve selâmet-i kalbini ve bana ve Risâle-i Nur’a halisane hizmetini unutamıyorum.” (Kastamonu Lahikası, s. 140).

Sıddık Süleyman’ın en önemli özelliklerinden bir tanesi de helâl haram noktasındaki hassasiyetidir. Çamdağı’ndaki Katran ağacının üzerinde bulduğu ekmeği hemen yememiş ve Üstadına sormuştu. Aradan yıllar geçtikten sonra yanına gelen talebelerine Sıddık Süleyman’ı soran Bediüzzaman ne yaptığını sormuş ve Risâle-i Nuru yazmakla meşgul cevabını almıştır. Bunun üzerine; “Bu ekmeği yememiz helâl mi? demesi risâle yazmasından daha ehemmiyetlidir.” diyerek, geçmişteki olayı hatırlatıp talebesinin ihlâsına ve samimiyetine vurgu yapmıştır.

Risâle-i Nurda ismi zikredilen Sıddık Süleyman, bazı hatıralarda da yad edilmektedir. Kendisinden hatıra nakledenlerden bir tanesi Bayram Yüksel’dir. Onun ağzından birkaç hatırayı nakletmektedir; “Bir gün Üstadımıza içimden dedim, “Biz yazıyoruz, biz okuyoruz. Üstad bu kadar zahmeti niye çekiyor.” diye düşündüm. Böyle mülâhaza ediyordum. Üstadım birden, “Kardaşım göreceksin ben bunları bütün dünyaya okutturacağım” dedi. (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, 3. C., s. 74-75).

Barla’da sekiz yıl sadakatle Bediüzzaman’a bağlanan, ömrü boyunca iman hizmetini devam ettiren Sıddık Süleyman 6 Mayıs 1965 tarihinde Ankara’da vefat etti. Naaşı buradan alınarak Barla’ya götürüldü ve defnedildi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*