Torosların zirveleri ve Şuâlar’daki nurlar

Anadolu’nun birçok köşesinde hatırı sayılır sıcakların olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü ben dördüncü senedir baba ocağı Toros Dağlarının zirvelerine yakın bir mekânda, yaylada serin hava, tertemiz buz gibi sularda mübarek Ramazan ayını idrak etmeye çalışıyorum. Ağustos ayı sonuna kadar da burada kalmayı ve bir zihin ve güç tazelemeyi düşünüyorum Allah nasip ederse. Teknolojiden, TV’den, radyodan uzak, dünyada neler olup bittiğinden fazla haberim olmayan bir hayatı yaşamaya çalışıyorum. Sadece iki cep telefonum-–zaman zaman hat kesilse de—çalışıyor. Onlarla dış dünyayla irtibatım devam ediyor. Günlük gazetem geliyor. Onu takip ediyorum. Mübarek Ramazan ayını doya doya yaşamaya çalışıyorum.

Birkaç yıldır yoğun çalışmalarımdan dolayı ihmal ettiğim hizmet için kullandığım “telefon trafiğini” devreye soktum. Tesbit ettiğim ehl-i hizmet değerli ağabey ve kardeşlerimi tek tek arayarak Ramazanlarını tebrik ediyorum. Hâl hatır sorup duâ ederek, dualarını almaya çalışıyorum. Haftada bir Cuma günleri indiğim ilçemizden de iki bin kişiye yakın internet ortamında “Ramazan Tebriki” mesajı göndermiş durumdayım. Gönderdiğim bu mail mesajlarından da çok hoş, aşk ve şevk verici, manevî akümü dolduracak geridönüşümler almış olmam da ayrı bir saadet ve lezzet. Duâ edip duâlarını almaya çalışıyorum.

Bulunduğum mekânda eski yıllara göre bu yıl çok daha rahatım. Ailece bize yetecek kadar olan mekânımızda yayla evimiz ve etrafında da inşaat ve tamir işlerini birkaç yıldan beri tamamlamaya çalıştığımız için bu yıl asgarî miktara inen bu çalışmalardan dolayı kitap okumaya daha fazla vakit ayırma fırsatım oldu elhamdülillah.

Bunun neticesi olarak da; buraya geldiğimden beri bu on beş günlük süre içerisinde şu ana kadar risalelerden bir büyük risaleyi okumayı tamamladım. Yeni başladığım “Şuâlar” kitabından da üçte birini geçmiş durumdayım elhamdülillah. Dikkatle, teenniyle, tefekkürle, tekrar tekrar okuyarak, not tutarak, “sayfalar arasında hızlı gezinmekten” uzak, anlayıp yaşamaya çalışan bir “okuma” yapmaya çalışıyorum. Bu sakin ve temiz havası bol, serinliği bedene sıkıntı vermeyen ortamda Risale-i Nur’un engin ve “tropikal bölgelerini” keşfetmeye çalışıyorum. Bu da bana çok büyük keyif ve zevk veriyor.

Bu arada her gün bir cüz Kur’ân, Cevşen’den bir bölüm, Hizbü’l-Kur’ân’dan iki bölüm okumalarım da aralıksız devam ediyor, Rabbime sonsuz şükürler olsun. Hemen yakınımızdaki mescidimizde belli sayıdaki cemaatimizle vakit namazları ve teravihleri de serin ve sade bir şekilde, hazmederek eda etmeye çalışıyoruz.
Şu ana kadar “kültürel okumalarım”da da; Yeni Asya Neşriyat’tan da üç kitap bitirmiş oldum, Rabbime sonsuz şükürler olsun. Böyle devam ederse daha önceden tesbit ettiğim on ile yirmi arasındaki kitabı bu bir buçuk aylık sürede bitirmiş olacağım inşaallah.

İşte not aldığım ulvî hakikatlerden kısa bir kaçı:

“İnsanın hikmet-i hilkati ve sırr-ı câmiiyeti ise, her zaman, her dakika Hâlık’ına iltica ve yalvarmak ve hamd ve şükür etmek olduğunu.” (Şuâlar, 2. Şuâ, s: 14)

“İnsanı dergâh-ı İlâhiyeye kamçı vurup sevk eden en keskin ve en müessir sâikin [sebebin] hastalıklar olduğunu.” (Şuâlar, 2. Şuâ, s: 14)

“İnsanı kemâl-i şevkle şükre sevk eden ve tam mânâsıyla minnettar edip hamd ettiren tatlı nimetler ise, başta şifalar ve devalar ve âfiyetler olduğunu”. (Şuâlar, 2. Şuâ, s: 14)

“Tevhid sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zîhayatta bir şahsiyet-i İlâhiye, bir ehadiyet-i Rabbâniye ve sıfât-ı seb’aca mânevî bir sima-i Rahmânî ve temerküz-ü esmâî ve ‘Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz. (Fatiha Sûresi: 5)’deki hitaba muhatap olan Zâtın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür ettiğini”. (Şuâlar, 2. Şuâ, s: 15)

“Daire-i kesretin müntehâsında ve en dağınık cüz’iyâtında, sırr-ı vahdetle bin bir esmâ-i İlâhiye, zîhayat denilen küçücük mektuplarda temerküz edip açık okunduğundan, o Sâni-i Hakîm, zîhayat nüshalarını çok teksir ediyor. Ve bilhassa zîhayatlardan küçüklerin taifelerini pek çok tarzda nüshalarını teksir eder ve her tarafa neşrettiğini” (Şuâlar, 2. Şuâ, s: 15)

“Ruhun feryadına ve kalbin vâveylâsına vâfi ve kâfi ve teskin edici ve kanaat verici cevabın sırr-ı tevhid ile, Rahmân ve Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl’in, umumî kanunların tazyikatları ve hadisatın tehacümatı altında ağlayan ve sızlayan o sevimli memlüklerine, kanunların fevkinde olarak, ihsanat-ı hususiyesi ve imdadat-ı hassası ve doğrudan doğruya her şeye karşı rububiyet-i hususîyesi ve her şeyin tedbirini bizzat kendisi görmesi ve her şeyin derdini bizzat dinlemesi ve her şeyin hakikî mâliki, sahibi, hâmîsi olduğunu, sırr-ı Kur’ân ve nur-u iman ile bildim.” (Şuâlar, 2. Şuâ, s. 16)

Mübarek Kadir Gecesine ve bayrama huzur-u kalp ve sağlıkla yetişmek duâ ve temennisiyle.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*