SAVCI SACİT KAYASU:Türkiye darbeleri yaşamasaydı, Almanya ve İngiltere’nin önünde olurdu

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül askeri darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya’nın şüpheli olarak yer aldığı iddianameyi kabul etti.

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül askeri darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya’nın şüpheli olarak yer aldığı iddianameyi kabul etti. İddianamede, Evren ve Şahinkaya’nın, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ‘’Devlet Kuvvetleri Aleyhinde Cürümler’’e ilişkin 146. maddesi ile 80. maddesi uyarınca ‘’ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına’’ çarptırılmaları isteniyor. İlk duruşma 4 Nisan’da başlıyor. Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ifadelerinde ‘Pişman değiliz yine olsa yine yaparız’ demişlerdi. Bakalım süreç nasıl işleyecek hep birlikte izleyip göreceğiz.

Bundan tam 12 yıl önce Evren hakkında darbe yapmak suçundan iddianame tanzim eden ve meslekten ihraç edilen “kahraman” bir savcı vardı; Sacit Kayasu. Sıkıntılı geçen yıllara rağmen, şimdilerde bu iddianamenin kabulünün mutluluğunu yaşıyor Kayasu. Kendisiyle 12 Eylül iddianamesinin kabulünü ve o dönemde yaşadıklarını konuştuk. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, 12 Eylül askerî darbesine yargı yolu açılması için verdiği hukuk mücadelesiyle simge haline gelen Savcı Sacit Kayasu’nun haklarının geri verilmesinin yolunu açtı. Ancak Kayasu, savcılığa dönemedi ve avukatlık yapıyor.

Adana Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaparken, 1980 darbesini gerçekleştiren Kenan Evren hakkında darbe yapmak suçundan iddianame tanzim edince, önce açığa alındınız, daha sonra da meslekten ihraç edildiniz. 12 Eylül’e hem dış konjonktür, hem de Türkiye’nin kendi iç şartlarının sebep olduğu söyleniyor. Sizce 12 Eylül’ün gerçek sebep ve saikleri nelerdi?

Bunu ancak darbeyi gerçekleştirenler söylerse öğreneceğiz. Bizimkiler sadece tahmin. Tahminler içerisinde elbette içteki de, dıştaki de etken olarak söz konusu. Ama bu tahminler gerçek midir, değil midir, bunu ancak darbeyi gerçekleştirenler söyleyecek. Ama muhtemelen dış etkenler burada etkendir. Şöyle etkendir; en azından Amerika’nın icazeti olmasa bu darbe yapılamazdı. Bu icazetin ötesinde doğrudan doğruya yönlendirilmiş midir, böyle bir darbe yapılması için bir teşvik, bir tahrik var mıdır onu bilemeyiz. Fakat Amerika’nın bu işe olur verdiğinden kimsenin şüphesi yok. Bir de şöyle bir şey var. Bu darbe gerçekleşti. Eğer bu darbe Amerika’nın istediği gibi bir darbe olmasaydı, Amerika mutlaka müdahale ederdi. Ve böyle bir durumda da o darbe mutlaka bastırılırdı. Bastırılmadığına göre ve hatta hatta basına yansıyan “bizim çocuklar başardı” sözüyle yalnız icazet verme değil, aynı zamanda bu işin vakti saatinin de bilindiği anlaşılıyor. Çünkü darbeden birkaç saat sonra Amerika’da bu olay duyuluyor, okeyleniyor ve “bizim çocuklar başardı” deniliyor. Ama dediğim gibi, gerçek sebebin bilinmesi, ancak mahkemede bu darbeyi gerçekleştiren kişilerin—hakim eğer böyle bir soru sorarsa—o zaman verecekleri cevaba bağlı.

Bugün geldiğimiz noktada 12 Eylül iddianamesi kabul edildi. Ve darbeciler yargılanacak. Neler söylersiniz? Bu ne anlama geliyor?

Zaman aşımı hiçbir zaman işlemedi. Yani bu durumu bir hukukçu olarak rahatlıkla söyleyebilirim. Her tarafsız hukukçu da aynı şeyi söyleyecektir. Siz bir şahsı veya kurumu yargı önüne çıkartamıyorsanız, bir engel varsa, zaman aşımı işlemez. Bu genel bir hukuk kuralıdır. Geçici 15. Madde bu darbenin yargı önüne gitmesini hukukî açıdan engelliyor. Bu engel varken, dâvâ acılamayacağına göre, zaman aşımı nasıl işleyebilir? Buna katılmak mümkün değildi. Türkiye’de hukuk siyasî görüşe göre farklı yorumlanıyor. Bunu hukuka yansıttığınız anda, hukuk, hukuk olmaktan çıkar. Anayasa yapılıncaya kadar da darbeciler işbaşında olduğu için fiilî engel var. Yani netice itibariyle darbenin yapıldığı günden referandumun yapıldığı güne kadar, yani 12 Eylül tarihine kadar zaman aşımı aslında hiç işlemedi.

İddianamenin kabul edilmesini bekliyor muydunuz?

Elbette bekliyordum. Çünkü kabul edilmemesi için hiçbir sebep yok. Zaten Türk hukuk sisteminde iddianamenin reddi diye birşey yok, sadece iadesi var. İade de, iddianamede bazı eksiklerin olması durumunda sözkonusu. Bir sonraki verdiği soruşturma sonucunda da eksikliklerin olmadığını tahmin ettiğim için, doğal olarak kabul edilir diyordum. Yargılama safhasında da, eğer çok geniş kapsamlı tutmazlarsa, kısa süreceğini tahmin ediyorum. Çünkü her şey tarihle sabit, her şey orta yerde, sadece müdahillerin ve sanıkların ifadesi alındıktan sonra dâvâ bitirilebilir.

Sizin hazırladığınız önceki iddianame ile bu iddianameyi kıyaslayacak olursanız, nasıl bir değerlendirmede bulunursunuz?

İddianame o gün için geçici 15. maddenin kaldırılması sözkonusu olmadığından, normal şartlarda ceza kanunundaki zaman aşımını kesmek için yapılmıştı. Geçici 15. madde sanıkların yargılanmasını engelleyen bir madde. Fakat o zaman 90 günlük bir boşluk buldum. O 90 günlük boşluk dolayısıyla sadece Kenan Evren hakkında dâvâ açabildim. Halbuki şimdi açılan iddianamede savcının önünde bol zaman vardı. Onun darbeyi gerçekleştiren ve hayatta olan her iki sanık hakkında da dâvâ açma imkânı oldu. Bunun dışında benim iddianamemde darbe kişisel suçu ve darbeyi gerçekleştirme suçu vardı. Fakat yeni iddianamede darbeyi gerçekleştirme suçundan bahsedilmekle beraber bunun karşılığı olan 147. Madde yok. Bunu ben bir eksiklik olarak görüyorum. Sadece 146’dan açılmış ve 80. Madde eklenmiş. 80. Madde de bir suçun bir kaç sefer işlenmesi mânâsına geliyor ki, darbeye teşebbüsü bir kaç sefer yaptığı mânâsında bir iddianame olduğu anlaşılıyor. Halbuki darbeye teşebbüs bir kaç sefer oldu, ama darbe bir sefer oldu. Onun için 146’yı 80’le uygulayabilir, fakat ayrıca 147’yi uygulaması gerekirdi.

Meslekten ihraç edildiğinizde neler yaşadınız?

Duygusal anlamda benim için tabiî ki bir yıkımdı. 12 yıldır acılar içindeyim. Niye? Meslekten ihraç ettiler. İhraç etmeden önce 3 yıl açıkta bıraktılar. Türkiye’de kimse 3 yıl açıkta kalmadı. Açıkta kalmak ne demek? Maaşının 3’te biri kesiliyor. Kolay şeyler değil tabiî ki bunlar. Belli bir hayat standardınız var, birden bire bu düşüyor. Terfi etme şansınız yok. Haydi maddî zararlardan vazgeçtim, benim manevî olarak yaşadığım acıyı ıztırabı hangi para hangi tazminat karşılar? 3 yıl lojmanda bir tek arkadaşım kapımı çalmadı. Herkes vebalıymışım gibi kaçıyordu benden. Sonra lojmanı terk etmek zorunda kaldım. Maddî sıkıntılar baş gösterdi. İki kulağım da duymuyor şu anda. Bunlar, bu yaşanan tahribatlar geri getirilebilir şeyler değil. Bunları ne ile telâfi edebilirsiniz? Suçunuz ne peki? Tek suçunuz darbecilere dâvâ açmak. Ne yapalım, buna da şükür… Hiç olmazsa canımız sağ. Bugün darbecilere dâvâ açılıyor. Bırakın suç olmayı alkışlanıyor ve olması gereken de bu.

Haklılığınız ortaya çıktı, ama hâlâ mesleğe geri dönemediniz…

Ben AİHM’e gittim, ihracın haksız olduğu ortaya çıktı. “İhraç haksızdır, mesleğe geri dönmesi gerekir” dendi. Peki, niye buna imkân vermiyorlar? Efendim kanun çıkmıştı ve o kanun emekli olanların mesleğe dönmesine engeldi. O kanun ben emekli olduğumda var mıydı? Yoktu, dolayısıyla bana uygulanmaz. Diğer taraftan HSYK kanunu 2010 yılında değişti. 2010 yılında değişen HSYK kanununun 3. maddesi çok açık diyor ki; ihracı kaldırılan hakim, savcı, hakim ve savcı niteliklerini kaybetmemişse mesleğe iade edilir. Neden iade etmiyorsunuz? Orada emeklilikten bahsetmiyor ki. Hadi bundan da vazgeçtim. AİHM kararına uyma sözkonusu. Türkiye iç hukukunda eğer o karara aykırı hükümler varsa, kanun, yönetmelik, tüzük, hatta anayasa maddesi bunlar değiştirilir ve AİHM kararına uyumlu hale getirilir. Yani o karara uymak zorundadır Türkiye. Göreve dönen arkadaşlarımız oldu. Buna tabiî ki itirazımız yok, onun gibi yüzlerce kişiyi alsınlar eğer haksız yere ihraç edildiyseler. Ama şimdi benim haksız yere ihraç edildiğimi kabul ediyorsun, HSYK olarak ihracı kaldırıyorsun, ama mesleğe iade etmiyorsun. İşte bu çifte standarttır.

12 Eylül yargılaması bir sonuca kavuşur mu, kavuşursa Türkiye’de neler değişir?

Eğer bu yargılama gerçekten sağlıklı bir yargılama olur ve 12 Eylül’le gerçekten yüzleşilebilirse çok şeyler değişir bir. İkincisi gerçek yüzleşme 12 Eylül’ün hukukî alt yapısının tamamen ortadan kaldırılması ile söz konusu olabilir. Yani o mevzuat, o anayasa, o kanunlar ortada dururken 12 Eylül’le yüzleşmek mümkün değil. Bir taraftan sanıkların yargılanması ve ceza alması, diğer taraftan da 12 Eylül’ün getirdiği bütün mevzuatın değişmesi gerekir.

Bu yargılama diğer darbe ve darbe teşebbüsleri için de örneklik teşkil eder mi?

Elbette. Zaten benim dâvâ açma sebebim buydu. Yani “darbe olmasın” diye dâvâ açmıştım, fakat o dâvâ mahkemeye gelmedi. Gelmeyince de şimdi gördüğümüz Ergenekon, Balyoz v.s. gibi dâvâlar açılmak zorunda kaldı. Çünkü darbe heveslileri hâlâ darbeyi ikbal kapısı ve Türkiye’nin kurtuluşu olarak görüyorlardı. Yine darbeyi gerçekleştiren kişilerin cumhurbaşkanı olması, darbe heveslilerini her zaman cesaretlendirmiştir. 60’ta da aynı şey oldu. 60’ta Cemal Gürsel cumhurbaşkanı oldu, 80’de de Kenan Evren. Dolayısıyla darbeyi gerçekleştirenler yargılanmadığı müddetçe darbelerin hiçbir şekilde önüne geçemezsiniz.

12 Eylül’ü gerçekleştirenlerin cumhurbaşkanı olması, onların yargılanmasına engel değil. Çünkü darbe onlar cumhurbaşkanı olmadan gerçekleşen bir fiil. O andaki sıfatları o değil. Kaldı ki öyle dahi olsa, bunların yargılanmasına engel değil bence. Çünkü her ne kadar anayasada vatana ihanetten başka suçla yargılanamaz diye bir hüküm olsa da, darbe insanlık suçu olduğu için vatana ihanet kadar önemli bir suç. Ki zaten ortada da Genelkurmay Başkanı olarak işlenen bir suç var.

12 Eylül’de doğrudan yahut dolaylı olarak mağduriyet yaşayan bireylerin geriye dönük bu mağduriyetlerinin giderilmesi ve bu izlerin bir nebze silinmesi adına ne gibi adımlar atılabilir?

Yapılması gereken şey şu; mağdur olan kişilerin ayrı ayrı her tür mağduriyet için dâvâ açmaları. Mağduriyetlerin darbe ile alâkası yok, darbeden doğmuş olmakla beraber, darbenin doğrudan yargılanması dâvâsına müdahil olursa bu kişiler dâvâ çok uzar. Onun için ayrı ayrı dâvâ açılması daha doğru olacaktır. Milyonlarca insan mağdur oldu. Hakları ve arazileri gasbedilenler, vatandaşlıktan atılanlar, kimvurduya gidenler, idam edilenler… Ne haksızlıklar oldu… Bunların mağduriyeti bugüne kadar giderilemedi. Geçici 15. madde buna engeldi. Şikâyet eden herkesin önüne bu çıktı. Şimdi bütün bunların giderilmesi lâzım. Ve bütün bunların hesabının önce bu iki kişiden, sonra darbeye katılan diğer üst düzey komutanlardan, sivillerden sorulması lâzım. Sadece Evren ya da diğer sorumluların hesap vermesiyle de yetmez. Mağduriyet yaşayan kişilere söylüyorum; İşkence mi gördün, dâvâ aç, arazine mi el konuldu, dâvâ aç, kitapların mı toplatıldı, dâvâ aç.

Bir daha 12 Eylüllerin yaşanmaması için Türkiye’de bugüne kadar doğru adımlar atılmış mıdır, bu bağlamda bundan sonra neler yapılabilir? Bu açıdan yeni anayasa hazırlanması sürecini nasıl değerlendirirsiniz?

Önemli olan 12 Eylül’ün getirdiği mevzuatın değişmesi, o zihniyetin ortadan kaldırılması. Ve o zihniyetin ortadan kaldırılması için de eğitim üzerinde buna dair doğru bilgilerin çocuklara, gençlere verilmesi lâzım ki, darbenin heves edilecek, imrenilecek veya matah birşey olmadığı anlaşılsın. Özellikle askerî okullarda bu uygulanacak olursa, bunda büyük fayda olacaktır. Çünkü darbeyi şimdiye kadar hep askerler yaptı. Gençlerimize darbenin antidemokratik olduğu ve mutlaka yargılanması gereken, sorgulanması gereken bir husus olduğu anlatılırsa, bundan sonra darbeler olmaz. 12 Eylül’ün getirdiği bütün mevzuat yeni baştan elden geçirilip en azından o darbeci zihniyetin ve o zihniyetle beraber işbaşında olan kişilerin de temizlenmesi gerekir. Darbeye karışan, bulaşan herkesin ceza alması gerekir. Bütün bu hususlar gerçekleşirse, Türkiye geleceğe daha güvenle bakar.

Bu milletin geleceğini yok ettiler. Apolitik bir nesil yetişti. Memleket meselelerine kafa yormayan, sadece gününü gün eden, kesesini doldurmaya çalışanlar vardı. 80’ler öncesi millet birbirini vuruyor kırıyordu, ama bunları hep Türkiye için yapıyorlardı. İyi bir şey mi bu, asla, ama onların bir ideali, gayesi vardı. Şimdi onları kışkırtanlar kim? İşte bu darbenin yapılmasını isteyenler, ama sivil, ama asker. Çok yazılıp söylendi, aynı silâh bir sağdan, bir soldan kişiyi vurdu. Ama o silâhı birisi kullanıyordu. O kişi hem solcuyu vurdu, hem sağcıyı. Niye, sırf darbe ortamını oluşturmak için, kaos için. Bütün bunların ortaya çıkması lâzım. Onun için ben bu dâvâyı önemsiyorum. Hani, bu, belki laf olsun diye açılan bir dâvâdır, ama milletimize ben şunu söylüyorum; sakın ola bu işin peşini bırakmayın.

Gençler apolitik oldu dediniz, şimdiki gençliğe neler söylersiniz?

Şimdi de yeterli değil tabiî. Bakın belirttiğim apolitik yetişen gençlerin birçoğu iş başında. Ve birçoğu devlet kadrosunda ise hiçbir şekilde devletin daha ileri gitmesini düşünmüyor, özel sektörde ise yine hiçbir şekilde devletime, milletime nasıl faydalı olurumu düşünmüyor. Herkesin tek düşüncesi var, ister devlet, ister özel sektör olsun; “Ben daha iyi nasıl yaşarım, daha çok nasıl kazanırım.” Elbette bu da önemli, ama tek gaye bu olursa, Türkiye’ye hiçbir faydası olmayacak. Halbuki idealist insan hem kazanır, hem kazandırır. Şimdi idealist insan peşindeyiz. İnşallah bu dâvâlardan sonra yeni yetişen nesiller—yani mevcutlardan ümidi keseceğiz—apolitikliğin iyi bir şey olmadığını, memleket meselelerine kafa yormanın gerektiğini, ne kadar baskı ile karşılaşırsa karşılaşsın, o baskıya boyun eğmemesi, direnmesi gerektiğini anlar ve Türkiye daha iyiye gider. Un var, yağ var, şeker var, helva yapacak adam yok Türkiye’de. Türk insanı gerçekten çok çalışkan, çok zeki, ama devamlı önüne engel çıkartılmış. Türkiye bu darbeleri yaşamasaydı, şu anda Almanya’nın, İngiltere’nin çok daha önünde olurdu. AB bize yalvarırdı, “Aman n’olur AB’ye girin” diye, şimdi biz onlara yalvarıyoruz.

(Genç Yaklaşım, Şubat 2012 sayısından alınmıştır.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*