TÜBA’YA yeni bir biçim vermek isteyen Kanun Hükmünde Kararname’nin tartışma götürmez biçimde yanlış olduğunu ve düzeltilmesi gerektiğini de belirtmiştim.
Yanlış ve düzeltilmesi gereken bir kararname idi, çünkü “akademilerin özerkliği”ne -diğer özerk kurumlardan farklı olarak- ayrıca özen gösterilmesi gerekiyordu.
TÜBA’nın bugünkü problemli yapısından da söz etmiştim. Özellikle de üyelerinin çok büyük bölümünün “pozitif bilimler” olarak anılan bilimlerle iştigal edenler arasından seçilmiş olmasına ve Akademi’nin “kamuoyuna duyuruları” faslında üzerine vazife olmayan tartışmalara girmesi dolayısıyla.
Söz konusu Kararname’ye matematikçi Prof. Ali Nesin de itiraz ediyor. Hem de ağır bir dille. “Hükümetin aldığı kararın Türkiye için bir yüzkarası olduğunu” vurgulayan Nesin, sözlerine şöyle devam etmiş: “Bildiğim kadarıyla Mussolini’nin İtalyası’nda benzer bir karar alınmıştı.”
(Benzetmek gibi olmasın ama!) “bilim-devlet” ilişkisinde Nesin’in verdiği bu örnekten çok önce Sovyetler Birliği’nde 40’lı yıllarda “proletaryanın bilimi”ni ilan eden Lyssenko’yu hatırlamak gerekir. Lenin Tarımsal Bilimler Akademisi’nin 48-52 yılları arasında biyoloji/ tarımsal bilim araştırmalarının başında olan Lyssenko, devletin bilim alanına müdahalesi konusunda bilim tarihinin bugüne kadar gördüğü en dehşetengiz örneği sergilemiştir.
Bilim dünyanının üzerine çöken bu kâbusu 1948’de Stalin döneminin bir yetkilisi “Büyük Stalin’in, zamanımızın en büyük bilgininin adını bir kere bile anmadan bilimden nasıl söz edebiliriz?” sözleriyle özetliyordu. (İsterseniz bu soruyu Sovyetler Birliği’nin büyük genetik uzmanı Vavilov cevaplasın: “Bizi diri diri yakabilirken ama bizi devletin tepesindeki birisi istiyor diye düşüncelerimizden vazgeçiremezler.”)
Lyssenko olayı hiç şüphesiz bilimin resmi ideolojinin bir aygıtı olmasının modern zamanlarda karşılaşılan en iyi örneğiydi. “Büyük Stalin”in himayesinde yaşanan bu maskaralık sadece Sovyetler Birliği’nde değil, mesela Fransa’da da Fransız Komünist Partisi’nin (FKP) hararetle savunduğu bir “bilim politikası” idi. Lyssenko’nun o zamana kadar bilinen “kalıtım teorisini” (“Burjuvazinin Bilimi” olarak!) reddeden görüşleri FKP’nin “Les Lettres françaises” adlı dergisinde yayımlanan bir röportajda “Büyük bir bilimsel olay” başlığı altında yayımlanıyordu.
Stalinizmin bilime yönelik bu çıkarmasının FKP’ye yakın bazı bilim adamları tarafından kınanması gecikmedi. Partiye yakın olan ünlü bilim adamı Jacques Monod, bu olaydan sosyalizmin Sovyetler Birliği’nde düştüğü grotesk durumun delili olarak söz ediyor, Jean Rostand, “Kromozomları politikleştirmek gülünçlüğü içine düşmeyelim” diyordu.
Niçin hatırlatıyorum bu eski hikayeyi? Bu işin, yani devletin “bilim dünyası”na müdahale etmesinin ne kadar sakıncalı ve dolayısıyla uzak durulması gereken bir tavır olduğu gerçeğini desteklemek için tabii ki…
TÜBA’ya dönecek olursak: TÜBA -son günlerde bazı köşelerde de hatırlatıldığı gibi- “resmi ideoloji”ye yakınlığını Şerif Mardin’i üyeliğe kabul etmeyerek ispatlamış bir kurum. “Bilimler Akademisi”, Mardin’in üyeliğini “Vay sen misin Saidi Nursi çalışan?” diyerek reddetmişti. Mardin, o günlerde yaptığı açıklamada “Benim işim toplumu belirleyen olguların arkasındaki dünyayı incelemek. Din de bu olguların en önemlisi. Doğal olarak aynı şey tarikat ve cemaatler için de geçerli. Türkiye’de Nakşibendiliği bilmeyen Türkiye’den bir şey anlamaz” diyordu.
Ama TÜBA, ısrarlıydı; “Bu olgu da incelenmesin, hatta olmasın!” der gibiydi. Çünkü “din”, bilimlerin üzerine eğileceği makbul olgular arasında değildi.
Zamanında konuya ilişkin şu yorumu yapmışım: “Haddinden fazla ‘çocukça’ bir tutum tabii ki… Yani sanki, bilim adamının iltifat etmediği olgular bilime konu edilmediği müddetçe ‘yok sayılabilir’ler!”
Şerif Mardin’in konuya ilişkin şu sözlerini de aktarayım:
“Benim yaptığım çalışmayı, ‘Dincileri koruyan bir tavır sergiliyor’ diye eleştirenler oldu. Halbuki Saidi Nursi sosyolojik bir çalışmadır. Akademi dünyasında bile bilimsel bir çalışma böyle algılanıyorsa, şaşırmanın gereği yok.”
Toparlayacak olursam: Lyssenko olayı gibi Şerif Mardin’in TÜBA’ya kabul edilmemesi de devletin tek yol olarak gösterdiği “ideoloji”nin (her ne ise) bilim dünyasına müdahalesinin ortaya ne tür gülünç durumlar çıkardığının örnekleridir. Dolayısıyla bu örneklerden ders alınması gerekir. Diğer devlet aygıtları gibi “Yürütme” de sınırlarını bilecek. Bunun yanında tabii ki, adında “Akademi” yazan kurumlar da titizlikle korumak zorunda oldukları “özerkliklerini” söz konusu “ideolojiler”e asla feda etmeyecek.
Kürşat Bumin
Yeni Şafak, 13.9.2011
Benzer konuda makaleler:
- “Said Nursi’yi Fazla Parlattı”
- Türkiye Bağnazlık Akademisi
- Hiçbiri beceremedi
- Nazım, vatan haini mi?
- Bediüzzaman belgeseli yakında
- Yola çıktık Mardin’e
- İslâmın ilme katkısı
- Said Nursî’yi dünyaya anlatın
- TARİHÇİ BUCK-MORSS: İslâmiyet olmasaydı modern Avrupa olmazdı
- Ahmet Gürsel ile Sufi müzik üzerine görüştük
İlk yorum yapan olun