Yangın musibeti ve düşündürdükleri

Ülkemizde çıkan yangın zincirinin bütün ağırlığını, dehşetini, şiddetini ailece, hemşerilerimizle, ilçemiz, ilimiz ve ülkemiz hakkalyakin yaşadık. Torosların incisi güzelim İlçem Gündoğmuş’un asırlık ormanlarının tamamına yakını maalesef yandı kül oldu.

Umumî Meşveret dönüşü yayla evime bile gidemeden sadece sosyal medya veya telefonlarımla bu dehşeti yaşamak zorunda kaldım. Çünkü Gündoğmuş boşaltılmış ve ilçeye giden yolu da emniyetçe kesilmişti.

Evet, “Ateş düştüğü yeri yaktı!” Biz ailemize kavuşamadık, aile efradı da hayatta ilk olarak bir yangın tehlikesi tehdidiyle evimizi boşaltmak zorunda kaldık. Gündoğmuş’umuzda maddî hasar, manevî yıkıntı zirve yaptı. Ve Antalya çevresi, Ege Bölgesi ve bütün Türkiye!

Tam bir kıyamet âlâmeti! Tarihte görülmemiş bir afet, İlçemin dört yanını çeviren güzelim çam, katran, sedir, ardıç, meşe vb. ne varsa binlerce hektar orman söndürülemedi! Yanacak ağaç kalmadığı için durdu sanki! Dağlar, bağlar öksüz kaldı. Manevî ve maddî zarar ölçülemeyecek boyutlarda. Telâfisi çok güç bir musîbet!

Can alıcı soru şu: Hangi fiilimizle bu acı gerçeğe fetva verdirdik!

Siyasiler, bilimciler, iktidar, muhalefet, halk, canı ve malı yananlar. Herkes kendi açısından bir rant peşinde! Biz ise ders ve ibret peşinde olmak ve orada kalmak zorundayız. İman mesaisi!

Olayın maddî gözlükle görünüşü bu şekilde! Asıl olan ise! Manevî boyutu!

Bediüzzaman, “Asıl musîbet ve muzır musîbet, dine gelen musîbettir. Dini Musîbetten her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir” der. Kâinatın sahibi olan Hâlık ve Rezzak, olan Allah’tır. Zarar ve menfaat, O’nun elindedir. O abes iş yapmaz. Her şeyi görür, Rabbisine tevekkül ile istinad edip, dayanan her musîbete karşı emniyettedir.

Bâzı şahısların hatâsıyla başlayan bu tür musîbetlerin, umumî musîbete dönüşmesi, ekseriyetin hatasından kaynaklanıyor. Eğitimsiz gençlerin müskirat bağımlılığı. Toplumun şuursuz yanıcı artıkları tabiata bırakması, fırlatması! Sorumluların yetersiz tedbirleri!

Ve de bir Nurlar’la alâkalı olan iktidar destekçisi ve zaman zaman da tenkitçisi bir akademisyenin tesbitiyle, “Diyanetin Şuâlar ve Lem’alar’ı baskıya almayın şeklinde talimat vermiş olması, camilere konulan Risale-i Nurlar’ın müftülük emirleriyle kaldırılması cinayeti!

Hutbelerin “siyasî bildiriye dönüştürülmesi” minber, mihrap ve kürsülerde aleni iktidar övgü ve duâsı, dinî cemaatleri de içine alan tahkir ve ötekileştirme hareketi!

Din ve imanın istismarı yolunda daha sayabileceğimiz birçok sebepten dolayı başımıza “TAŞ YAĞMAYA” kadar gidecek bir vurdumduymazlık gerçeği! Allah muhafaza etsin. Amin.

Ve daha birçok acı gerçekler!

Bazı insanların zâlimlerin harekâtına fiilen, fikren taraftar olması ve iştirâk etmesi! Beli bükülmüş ihtiyarlar olmasa, belâların sel gibi üstümüze döküleceği, bir belâ, bir musîbetten çekinmediğimiz takdirde yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp mâsumları da yakacağı” gerçeğinden uzaklaşmak.

ALINACAK DERSLER

Böylesi maddî musîbetinden daha elîm mânevî bir musîbeti olarak, şu yangınların devamından gelen korku, endişe, tedirginlik ve ümitsizlik ekser insanlara musallat olması!

İmtihan, müsabaka, mücahede dünyasında; Hz. Ebubekirleri â’lâ-yı illiyyîne çıkaran, ve Ebucehillerin esfel-i sâfilîne atan hallerin yaşanması!

Bu gibi musîbet ve felâketlerin arkasında, çok saadet ve hürriyetin telâfisinin de saklı olduğunun bilinmesi! Bu tür musîbetler, hataların neticesi ve keffaret-üz zünûb olduğunun şuurunda olunması. Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musîbete karşı kâfi gelebileceğinin bilinmesi.

Derece-i hararet gibi, her musîbette bir derece-i nimet vardır. Daha büyüğünü düşünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah’a şükretmeli. Yoksa, isti’zâm ile üflense şişer, merak edilse ikileşir; kalbdeki misali, hayali, hakikate inkılâp eder, o da kalbi döver.

Musîbetler vasıtasıyla musîbetzedelerin aczini, zaafını hissedip, Hâlık-ı Rahîmine iltica edip, yalvarması. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete mazhar olmaları.

Hayatın musîbetlerle, belâlarla, hastalıklarla tasaffi edip, kemal bulacağı, kuvvet, terakki edip, netice verip, tekemmül edeceğinin idrak edilmesi.

Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakın olacağı gerçeğinin kavranması.

Her zamanın bir hükmü olduğu, bu gaflet zamanında musîbetin, ihtarın da şeklini değiştirip, bazı zamanda ve şahıslarda belânın, belâ değil, belki bir lûtf-u İlâhî olduğu hakikati.

İnsanın belâ ve musîbetlere karşı; sabır ile tevekkül gibi iki ilâcının olduğu gerçeği! İnsanın elinde bulunan nefis ve malın kendisinin mülkü değil, emanet olduğunu anlaması. Kâinatta herşeyde bir güzellik, iyilik ve hayrın var olduğunu öğrenmesi. Maddî musîbetleri büyük gördükçe büyüyüp, küçük gördükçe küçüleceğini bilmesi.

Rabbimiz başta dinî ve manevî musîbetler olmak üzere her türlü musîbet, felâket ve belâlardan bizleri ve sevdiklerimizi muhafaza edip uzak tutması ve imanla emanetini alması duâ ve niyazlarımla.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*