Yeni Bir Yılın Başlangıcında Ölüm Hakikati

Zaman ve mekanın sınırlılığında cereyan eden şu varlık aleminde hayat, hep yeni başlangıçlar ve bitişlerin birbirini takip ettiği bir devirler silsilesi, güzelliklerin maddi aleme yayıldığı bir zemin oluyor. Her yeni başlangıç, güzellikleri ile alemi donatan Zat-ı Zü’l-Cemal’in anlatıldığı farklı incelikleri ortaya koyması ve her bitiş vazifesini tamamlamışlık ve güzelliklere ayineliği ölçüsünde nuıraniyet kazanmışlık içinde yeni gelenlere ve farklı tecellilere yer açmak anlamına geliyor. Ölüm de bu anlamda hem yeni bir başlangıç, hem de vazifeden paydos, yeni gelenlere yer açmak için farklı bir boyuta ve belki de boyutsuzluğa geçiş anlamına geliyor.

 

Bu gün olduğu gibi, ömrümüzün dönüm noktası sayılabilecek günlerde ve takvim yapraklarında seneyi gösteren sayıların her artışında ölümü hatırlamamız ve bu değişimlerin ve dönüşümlerin en nihai noktası ve tek vazgeçilmezi olarak onu anlamlandırmamamız her halde daha akılcı bir yaklaşım olur.

Çok yakınımızda olmasına ve hayatımızın en net kavramlarından biri olmasına rağmen ölüm hakkında çok az şey biliyoruz. Hatta her gün yaşadığımız günlük yaşantının bir parçası ve bir ölüm provası olan uyku hakkında da bildiklerimiz çok sınırlı. Belki de bu durum, uyku ve ölümün bilmek dediğimiz ve daha çok beynimizin kognitif fonksiyonları ile ortaya çıkan fiillerin alanı olan maddi alanın dışına taşan ve büyük oranda bu alanın dışında gerçekleşen durumlar olması ile ilgili. “Öldükten sonra ne olacak? Şu anki gibi düşünebilecek ve varlığı şimdiki duruma benzer şekilde algılayabilecek miyiz? Sevgilerimiz, coşkularımız, hazlarımız ne olacak? Bütün algılarımızın merkezi olan beyin devreden çıkınca şuurumuz da mı kaybolacak?” gibi pek çok soru asırlardır zihnimizi kurcalıyor. Bizi bekleyen bir gelecekle ilgili olduğu için de çok merak ediyoruz. Ancak gönül şairi Yahya Kemal Beyatlı’nın ifade ettiği gibi, demir almak zamanı geldiğinde bu limanlardan kalkan gemiler sanki meçhule gidiyorlar ve muhtemelen yerlerinden memnunlar ki, şu ana kadar dönen yok. O yüzden soramıyoruz ufkun arkasında ne var, neler yaşanıyor? Bu anlamda tek kaynağımız letafet kesbetmiş ruhların ölüm şerbetini tatmadan farklı boyutlara geçmeleri ve değişik şekillerde serbestiyet kazanan ruhları ile meçhuller aleminden, yani bizim için gayb olan madde ötesi dünyalardan haberler getirmeleri. Bunun da en nihai noktası Muhbir-i Sadık’ın (a.s.m.) yaşadığı Miraç olmalı.

O alemlerden haberler getirenlerin haberlerine göre, mülk dediğimiz görünen alemin arka planı melekuti bir alem ve orada her şey aslına dönüşmüş, asıl yaratılış gayesi olan esmayı ifade eder konumda. Maddi aleme beden olarak yansıyan benliklerimizi o boyutta ruhlarımız temsil ediyor. Ruhlarımız melekuti alemin sonsuzluğu, zamansızlığı ve mekansızlığı ile uyumlu haldeler. Bu anlamda bir ip ucu olan rüyalarımızdaki serbestlik de aynı hakikati tasdik ediyor olmalı. Maddi alemden melekuti aleme esma yansımalarının zemini olacak şekilde yaratılmış ruh, uyanıklık ile bir anlamda maddenin ve bedenin sınırlılığına hapsoluyor. Aslında bütün algıların merkezi olan beyin de dahil olmak üzere bedendeki her işleyişin nihai merkezi ruh. Aslolan manalar ve manaların ortaya çıkış zemini de ruh olmalı. Manaların ortaya çıkmasına vesile olan insani fonksiyonumuz şeklinde ifade edilebilecek şuur ise ruhun bir fonksiyonu olmalı. “Hayat, ruhun ziyasıdır; şuur hayatın nurudur” , “ Ruh; zihayat, zişuur, nurani vücud-u harici giydirilmiş cami, hakikattar, külliyet kesbetmeye müstait bir kanun-u emridir.” gibi ufuk ötesi habercilerin haberlerini özetleyen bu cümleler de aynı manaları doğrular mahiyette. Komada ya da ölüm halinde fonksiyonların ortadan kalktığını düşünmemiz sadece maddi ve bedeni boyutta gözlenen bir değerlendirme. Arka planda ruhun neler yaşadığını bilemiyoruz. Aynen uyuyan bir insanın hangi rüyayı görüyor olduğunu bedenine bakarak anlayamadığımız gibi. Muhtemelen bu esnada algılananlar, özellikle de sadık rüyalarda beynin fonksiyonlarını aşıyorlar. Dolayısı ile asıl hayat ve asıl şuur bedenin ve beynin ötesinde fonksiyonlar olmalı. Beden ve beyin onların maddi aleme yansıyan boyutları olsa gerek. Bir ölüm provası olan rüyada ruh bedeni kısmen terk ediyor olmalı, çünkü zaman zaman özellikle uykunun yüzeyselleştiği anlarda bedenin ve beynin maddi alemden algıladıkları rüyayı da etkiliyor. Mesela, rüyada fabrikada paydos zilinin çalıyor olduğunu algılayan biri uyandığında kurmuş olduğu saatin alarmını çalar şekilde bulabiliyor. Belki daha derin uykularda ruh daha fazla serbestiyet kazanıyor.

Esasında her şeyde olduğu gibi beden, beyin gibi maddi dünyaya bakan hayat, şuur, ruh gibi melekuti alemlerle daha belirgin irtibatlı olan kavramlarda da asli sonuç esma, yani Yaratıcı’nın güzel isimlerini idrak ve bu idrake zemin sağlayacak manalar olmalı. Bu manaların uhrevi alemlerde tam olarak nasıl şekilleneceğini bilmesek bile, şekilleneceğinde en ufak bir şüphe yok. Hayatımızın her dönüm noktasında ve her yeni başlangıçta, yıldönümlerinde ve asır başlarında hiç değişmeyecek olan bu manalar ve bunları anlamlandırmamız için hayatımızda anlam bulması gereken en önemli kavramlardan biri de ölüm.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*