Evet, zât-ı Ahmediyenin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti, insan ve bütün kâinatın mahiyet-i hakikiyeleri o nur, o ziyâ ile inkişaf etti.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Mevlid-i Şerifinizi ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Ve muvaffakiyetinizi ve Nurların fevkalâde tesirli intişarlarını sizlere müjde ediyoruz. Ve Nurcuları tebrik ediyoruz.Emirdağ Lâhikası, s. 311
Gel, bu zamandan tecerrüd edip, fikren Asr-ı Saadet’e ve hayalen Cezîretü’l-Arab’a gidiyoruz. Tâ ki, Resûl-i Ekremi (Aleyhissalâtü Vesselâm) vazife başında ve ubûdiyet içinde görüp, ziyâret ederiz.
Bak; o zât nasıl ki risâletiyle, hidâyetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husûlü ve vesîle-i vüsûlüdür; onun gibi, ubûdiyetiyle ve duâsıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve Cennetin vesîle-i icâdıdır.
İşte bak; o zât öyle bir salât-ı kübrâda, bir ibâdet-i ulyâda saadet-i ebediye için duâ ediyor ki, güyâ bu cezîre, belki bütün arz onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Çünkü ubûdiyeti ise, ona ittibâ eden ümmetin ubûdiyetini tazammun ettiği gibi, muvâfakat sırrıyla bütün enbiyânın sırr-ı ubûdiyetini tazammun eder. Hem o, salât-ı kübrâyı öyle bir cemaat-ı uzmâda kılar, niyaz ediyor ki, güyâ benîâdem’in Hazret-i Âdem’den asrımıza kadar, belki Kıyâmete kadar bütün nurânî ve kâmil insanlar ona tebâiyetle iktidâ edip, duâsına “Âmin” derler. (HAŞİYE-1)
Bak; hem öyle bekâ gibi bir hâcet-i âmme için duâ ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudât niyazına iştirak edip lisân-ı hal ile, “Oh, evet yâ Rabbenâ! Ver; duâsını kabul et. Biz de istiyoruz” diyorlar. Hem bak, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştâkâne, öyle tazarrûkârâne saadet-i bâkiye istiyor ki, bütün kâinatı ağlattırıp, duâsına iştirak ettiriyor.
Bak; hem öyle bir maksad, öyle bir gâye için saadet isteyip duâ ediyor ki, insanı ve bütün mahlûkatı esfel-i sâfilîn olan fenâ-i mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten âlâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekâya, ulvî vazifeye, mektûbât-ı Samedâniye olması derecesine çıkarıyor.
Bak; hem öyle yüksek bir fîzâr-ı istimdâdkârâne ile istiyor ve öyle tatlı bir niyâz-ı istirhamkârâne ile yalvarıyor ki, güyâ bütün mevcudâta, semâvâta, arşa işittirip, vecde getirip duâsına, “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor. (HAŞİYE-2)
………..
HAŞİYE-1: Evet, münâcât-ı Ahmediye (asm) zamanından şimdiye kadar bütün ümmetin bütün salâtları ve salâvâtları onun duâsına bir âmin-i dâimî ve bir iştirâk-i umumidir. Hattâ ona getirilen herbir salâvât dahi onun duâsına birer âmindir ve ümmetinin herbir ferdi, herbir namazın içinde ona salât ve selâm getirmek ve kametten sonra Şâfiîlerin ona duâ etmesi, onun saadet-i ebediye hususundaki duâsına gayet kuvvetli ve umumi bir âmindir. İşte bütün beşerin fıtrat-ı insaniyet lisân-ı haliyle, bütün kuvvetiyle istediği bekâ ve saadet-i ebediyeyi, o nev-i beşer nâmına zât-ı Ahmediye (asm) istiyor ve beşerin nurânî kısmı, onun arkasında “âmin” diyorlar. Acaba hiç mümkün müdür ki, şu duâ kabule karîn olmasın?
HAŞİYE-2: Evet, şu âlemin Mutasarrıfı, bütün tasarrufâtı bilmüşâhede şuurâne, alîmâne, hakîmâne olduğu halde, hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf, kendi masnuâtı içinde en mümtaz bir ferdin harekâtına şuuru ve ıttılâı bulunmasın.
Hem hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf-ı Alîm, o ferd-i mümtazın harekâtına ve daavâtına (duâlarına) ıttılâı bulunduğu halde, ona karşı lâkayd kalsın, ehemmiyet vermesin.
Hem hiçbir cihetle mümkün değildir ki, o Mutasarrıf-ı Kadîr-i Rahîm, onun duâlarına lâkayd kalmadığı halde, o duâları kabul etmesin.
Evet, zât-ı Ahmediyenin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti, insan ve bütün kâinatın mahiyet-i hakikiyeleri o nur, o ziyâ ile inkişaf etti ve göründü ki, şu kâinatın mevcudâtı esmâ-i İlâhiyeyi okutan birer mektubât-ı Samedâniye, birer muvazzaf memur ve bekâya mazhar kıymettar ve mânidar birer mevcuddurlar. Eğer o nur olmasa idi, mevcudât fenâ-i mutlaka mahkûm ve kıymetsiz, mânâsız, faydasız, abes, karmakarışık, tesadüf oyuncağı bir zulmet-i evham içinde kalırdı.
İşte şu sırdandır ki, insanlar zât-ı Ahmediyenin (asm) duâsına “âmin” dedikleri gibi, arş ve ferş ve serâdan Süreyyâya kadar bütün mevcudât onun nuruyla iftihar edip, alâkadarlık gösteriyorlar. Zâten ubûdiyet-i Ahmediyenin (asm) ruhu, duâdır. Belki, kâinatın harekâtı ve hidemâtı bir nevi duâdır. Meselâ, bir çekirdeğin hareketi, Hâlıkından, bir ağaç olmasına bir nevî duâdır.
Sözler, 10. Söz, 5. Hakikat, s. 119
Benzer konuda makaleler:
- Zât-ı Ahmediyenin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti
- Zât-ı Ahmediyenin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti
- Zât-ı Ahmediyenin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti
- Zât-ı Ahmediyenin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti
- Zât-ı Ahmediyenin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti
- Zat-ı Ahmediye’nin (asm) nuruyla âlemin şekli değişti
- Herşey onun (asm) nuruyla mânâ kazandı
- Ona (asm) koşmak, onu dinlemek lâzım
- Kâinat, onun (asm) duâsına ‘Âmin’ diyor
- Kâinat, onun (asm) duâsına ‘Âmin’ diyor
Kur’an’ı çağa tefsir ederek, “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, bu dünyadaki vazifem nedir?” sorularına cevaplar sunan, “iman-ı tahkiki”, “ahlâk” ve “istikamet” rehberi Risale-i Nur Külliyatı’nın müellifi.
İlk yorum yapan olun