Demokrasiye mecburî geçiş serüveni

Cumhuriyet kurulmadan önce ve kurulduktan sonra da demokratik sistemin, yani çok partili sistem uygulamasının önünde herhangi bir engel yoktu.
Tabiî, kâğıt üstünde. Nitekim, 1924’te Terakkiperver Fırkanın ve 1930’da Serbest Fırkanın kuruluş ve kapanış serencâmı, bahsini ettiğimiz gerçeğin birer göstergesidir.

Bu ucûbe durum, kaskatı bir şekilde 1946’ya ve kısmen de 14 Mayıs 1950’ye kadar devam etti. Bu tarihten sonra hem kâğıt üstünde, hem de gerçek hayatta çok partili sisteme geçilmiş oldu.

Peki, o tarihlerde bu noktaya nasıl gelindi? Bir yönüyle bugünlere de bir faydası olur ümidiyle, şimdi bu gelişmenin serüvenine kısaca bakmaya çalışalım.

1945’te, yani İkinci Dünya Savaşının sonuna gelindiğinde, Avrupa ve dünyadaki konjonktürel şartlar mecburî olarak değişmeye başladı: Savaştan bunalan ve artık bitap düşmüş olan dünya ülkeleri, düşmanlıkları bir tarafa bırakmaya ve çok hızlı adımlarla huzura, barışa, demokrasiye yönelmeye mecbur kaldı. Aynı mecburiyet şartları, Türkiye için de geçerli hale geldi.

Bu arada, yeniden doğabilecek muhtemel global felâketlerin önüne geçebilmek için, büyük ittifakları kurma çabalarına girişildi. Dünya çapında Birleşmiş Milletler (BM) ile Avrupa ve Amerika ölçekli NATO ittifakları gibi, başta güvenlik olmak üzere, insanlığın huzur ve barışına hizmet edecek büyük teşkilâtların kurulması kaçınılmaz hale geldi.

İşte, tam bu geçiş devresinde Türkiye’nin de bu ittifaklara şiddetle ihtiyacı vardı. Zira, üzerimizde “Kızıl tehlike” diye de isimlendirilen Sovyet Rusya’nın askerî ve politik baskısı had safhaya çıkmış durumdaydı: 1936’daki Montrö Antlaşmasına rağmen, Sosyalist (Bolşevik-Komünist) Rusya’nın Boğazlar üzerindeki hakimiyet emelleri devam ediyordu. Ayrıca, Kars, Artvin ve Ardahan vilayetlerini içine alan bölgeyi gasp etme hevesleri ikide bir nükseden Rusya, sahip olduğu Kızıl Ordu ve dünyanın ikinci süper gücü kozlarını da oynayarak Türkiye’yi ciddî mânâda tehdit altında tutmaya çalışıyordu.

İşte, bu büyük tehdit ve tehlike altında bulunan Türkiye’nin, Batı ittifakına dahil olmak ve Amerika ile dostane münasebetler geliştirmekten başka çaresi yoktu.

Bu sebeple, II. Dünya Savaşının galipleri tarafından kurulmak istenen Birleşmiş Milletler’e Türkiye’nin de “kurucu üye” sıfatıyla dahil olması istendi.

BM’ye kurucu olma teklifini Türkiye de müsbet olarak karşıladı. Ancak, bu “şerefe nail olmanın” bir bedeli ve bazı şartları vardı. Sıralanan şartların başında ise, çok partili rejime geçiş, yani demokratik sisteme fiili olarak geçiş mecburiyeti geliyordu. Türkiye, bu şartı kerhen de olsa kabul etti. Dolayısıyla da, 24 Ekim 1945’te 51 bağımsız ve demokratik ülke tarafından kurulan Birleşmiş Milletler’e kurucu üye sıfatıyla dahil olmuş oldu.

Kendini kısaca “Adâlet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş global bir kuruluş” şeklinde tarif eden Birleşmiş Milletler, zaman içinde gelişti, kökleşti ve bütün (200’e yakın) ülkeleri içine alacak şekilde büyüyerek bugünkü halini aldı.

Sovyet Rusya (Kızıl Komünist) tehlikesine karşı Batı ittifakına ihtiyaç duyan ve BM’ye kurucu üye olan Türkiye, 1945’te çok partili hayata tamam demek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 19 Mayıs (1945) törenleri esnasında yapmış olduğu konuşmasında, ilk kez Türkiye’de çok partili hayata geçilebileceğinin sinyallerini verdi. Bu konuşmadan cesaret alan bazı fikir ve siyaset adamları, ilk olarak Temmuz ayında Millî Kalkınma Partisini kurdu. Bu tarihten bir ay kadar önce ise (Haziran’da), CHP’nin içinden dört kişilik (Bayar, Koraltan, Köprülü, Menderes) bir grup, “dörtlü takrir” vererek, partilerinden istifa etmişlerdi.

İşte, kendi aralarında pek de uyumlu olmayan bu dörtlü takrir (bir yönüyle 4’lü masa) sahiplerinin öncülüğünde 1946 yılı Ocak ayının başında (7 Ocak) ilk ana muhalefet cephesi olarak Demokrat Parti kuruldu. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde 61 milletvekili ile Meclis’te yer alan DP, 14 Mayıs 1950’deki seçimde ise tek başına iktidara gelmeye muvaffak oldu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*