28 Şubat 13. yılında hâlâ hesâba çekilmiş değil…

Çankaya’daki “üçlü zirve”nin ardından “Balyoz darbe plânı”yla ilgili kuvvet komutanlarının serbest bırakılmaları, ister istemez yeni bir “paslaşma” tartışmasını başlatıyor. Olağanüstü durumu “olağanlaştıran” üç satırlık açıklamanın ardından Başbakan’ın son demde söyledikleri de “sürece müdahâle” ve “muvazaa” istifhamlarını çoğaltıyor.

Zira “bu süreçte kurumlarımızın yıpranmaması için herkesin sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerektiği hususları vurgulanmıştır” cümlesiyle bir nevi “maslahatçılık”la “vaziyeti idâre”ye yöneldiğinin işâretleri veriliyor. “Gündemdeki meselelerin anayasal düzen ve kanunlarımız çerçevesinde çözüme kavuşturulacağına vatandaşlarımızın emin olmaları” ifâdesinin halkı “emin” ve tatmin etmediği, piyasalar ve borsayı rahatlatmadığı görülüyor. Daha önce bütün darbe teşebbüslerinin ve darbelerin soruşturulmasını isteyenlere “Bizi gaza getirmek isteyenler var, gaza gelmeyiz!” diyen Başbakan’ın tepkisi buna. “Genelkurmay Başkanımla paslaşıyoruz” diye konuşan Erdoğan’ın, Köşk’teki son zirve yorumlarına sert eleştirisi ve yazarları patronlara şikâyeti, bu vaziyeti açığa çıkarıyor.

ÇARPIKLIĞIN HANGİ İZÂHI VAR?

Erdoğan, partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında, bütün bunları “ileri demokrasinin ayak sesleri” olarak övüyor. Ne var ki başta “Balyoz darbe plânı” olmak üzere mevzubahis darbeye ortam çalışmalarının başındaki komutanların tutuksuz kalması, lâkin bu komutanların emriyle “iştirak eden subaylar”ın tutuklanması garâbeti, Köşk açıklanmasının “ikinci cümlesi”nin ağır bastığını ortaya koyuyor. Tıpkı “demokratikleşme ve darbelerle hesaplaşma” olarak âlây-ı vâlâ ile ilân edilen “Ergenekon soruşturması” gibi, bu yargılamanın da kısıtlı ve gözboyamadan ibâret kalacağı sinyallerini veriyor. Büyük bir gürültüyle gözaltına alınan sanıkların çoğunun arkadan dolanarak dışarıda kaldığı “Ergenekon”un bir buçuk yılı aşan ancak bir türlü sonuca gitmeyen akıbetine benziyor. Sahi, iddianâmeye göre asıl suça “teşebbüs edenler”in değil, “iştirak edenler”in tutuklanmasının izâhı nedir? “Darbe günlükleri”ni ifşa eden gazetecinin aylardır “tutuklu” kalmasına karşı, “darbe günlükleri”ni yazan ve uygulamaya kalkışanların “tutuksuz yargılanması” tenâkuzunun hangi açıklaması var? Bu kırılmalar içinde yeni “gözaltı dalgaları”nın ne yararı olacak? Bu süreçte dikkati çeken bir diğer husus, soruşturma ve yargılamaların, salt 2003 ile 2007 arası AKP’ye yönelik olduğu iddia edilen hükûmeti görevinden ıskata dair “darbe teşebbüsleriyle” kalması. “Demokratlık” ve “darbelerle hesâplaşma” denilince sâdece mevcut iktidarı hedef aldığı söylenen darbe hazırlıklarının hesâba çekilmesi… Peki, bunun “standartları yüksek ileri demokrasi”yle ne alâkası var? Sözkonusu iddialarda başı çekenlerin serbest bırakılıp daha alt kademedekilerin bir kısmının tutuklanması çarpıklığının izâhı nedir?

DARBELERİN SORUŞTURULMASI “SULU ŞAKA” MI?

Ve bütün bunların ortasında neden hâlâ 12 Eylül darbesi ile onüçüncü yıldönümündeki 28 Şubat postmodern darbenin yargılanmadığı sorusu soruluyor? Gerçekten anamuhalefet partisinin açık çağrısına ve Meclis’te diğer grubun desteğine rağmen, AKP niçin 12 Eylül darbesini ve darbecilerini koruyup kollayan ve 27 yıldır Anayasa’da duran “geçici 15. madde”nin kaldırılmasına yanaşmıyor? Ya da darbelere gerekçe gösterilen “TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddesi”ni neden hâlâ mevzuattan çıkarma çabasına girmiyor? Başbakan 12 Eylül’ün yargılanmasına “sulu şaka” diyor. AKP dışında Meclis’in hemen hemen bütünü buna hazırken, 12 Eylül’ün yargılanmasına tepki gösteriyor. Sırf “fişleme” kelimesini sarfettiği için milletvekillerini disipline verip sığaya çeken Erdoğan ve iktidar partisi yönetimi, 12 Eylül ihtilâli lideri Evren’in isminin bulvarlardan, okullardan silinmesine karşı açıkça oy kullanan AKP’li belediye meclis üyelerine en küçük bir “ihtar” ve “ikaz”da bulunmuyor. Yüzbinlerce vatandaşı ağır işkencelerden geçiren, milyonlarcasını “irticacı” diye fişleyip mağdur eden demokrasi kıtallerini her defasında atlıyor. Başta 12 Eylül ve 28 Şubat olmak üzere dayatılan darbeleri gözardı ediyor… Cumhurbaşkanı Gül’ün Çankaya’da misafir ettiği, Başbakan Yardımcısı Arınç’ın Meclis Başkanı olarak birlikte okul açılışında bulunduğu, düğünlerde yan yana oturdukları “darbe lideri”ni ve tanklarla sokaklarda demokrasiye balans ayarı veren “postmodren darbecileri” ve darbelerini bu denli kayırmanın nedeni nedir? “ABD’nin stratejik vizyonu”nu methedip “AKP iyi yolda dedikleri” için mi? Sahi açıkça bir darbe teşebbüsü olan 27 Nisan e-muhtırası neden hesâba çekilmiyor? “Dolmabahçe başbaşa görüşmesi” neden açıklanmıyor? Arınç’ın ikrarıyla AKP’ye yüzde 10-15 oy sağladığı için mi?

Başbakan, “kapalı kapılar ardında millet irâdesini çiğnemek için plân yapanlar bundan sonra karşılarında hukuku bulacaklar” diyor. Ancak, “millet irâdesini çiğneme plânlarını yapanlar”ın yanı sıra “millet irâdesini açıkça çiğneyenler”, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in kapısına kilit vuranlar, meşrû hükûmetleri devirenler, karşılarında bir türlü “hukuku bulmuyor”; neden?

“Darbe teşebbüsleri”nden “darbeler”e sıra ne zaman gelecek?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*