Ahmed Hânî (1651-1707)

Mem ü Zin adlı meşhur eserin yazarıdır. Kürtlerin ünlü şair ve mutasavvıfıdır. Eserlerini manzum şekilde kaleme almıştır. Eserlerinde, dönemin sıkıntılarını ve sahipsizliklerini dile getirmiştir. Risale-i Nur’da, “Kürtlerin edib dahîlerinden Molla Ahmed Hani” (Tarihçe-i Hayat, s. 32) şeklinde kendisinden söz edilmektedir. Hânî Aşiretine mensubiyeti, Han Köyünde doğması ve Hâniyan Ailesinden ötürü Ahmed Hânî (Ahmed-i Hânî) olarak tanınmaktadır.

Hânî, 1651 yılında Hakkari Yüksekova’ya bağlı Han Köyünde doğdu. Babasının adı İlyas, dedesinin Rüstem’dir. İlk eğitimini Diyarbakır ve Bitlis’te aldı. Bilahare Doğu Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Arapça, belagat ve dini ilimler okudu. Müsbet ilimlerle de ilgilendi. Özellikle astronomiye ilgi gösterdi.

Hânî, yörenin önemli merkezlerinden olan Cizre’de bulunduğu sıralarda meşhur eseri Mem ü Zin’i kaleme aldı. Kürtçe olarak kaleme aldığı eserlerinde dini konulara ağırlık verdi. Uluhiyet ve varlık konularını işledi. Ahlak, sosyal ve kültürel konularla ilgili görüşlerini şiirleriyle dile getirdi. Sünni akidesine bağlı olup, bu çerçevede kainatın yaratılışı, insanlara yüklenmiş bulunan görevler vs. konuları üzerinde durdu.

Hânî, halk arasında veli zat olarak kabul görüp, Şeyh Ahmed-i Hânî olarak ün yaptı. Tasavvufta önemli bir konuma sahip olup, sadece İlahi aşkla ve günahlardan sakınılarak tam anlamıyla güzel vasıflara sahip olunabileceğini belirtti. Şiirlerinde işlediği tema ve vurguladığı konulardan ötürü Mevlana ve Molla Cami’nin etkisinde kaldığı ileri sürülmektedir.

Tasavvufla olduğu kadar insanların problemleriyle de ilgilendi ve onlarla içiçe yaşadı. Toplumda yaşanan sıkıntılar ve halkın sahipsizliğinden yakındı. Bu sıkıntılardan kurtulmanın yolu olarak; toplumsal dayanışma, bilgilenme ve yardımlaşmayı önerdi. Kendi üzerine düşeni yapmak için gayret sarf etti. İlim ve hikmetin maddiyattan önce gelmesi gerektiğini vurgulayarak, insanların bu konudaki zaafına dikkat çekti.

Hânî, Doğubeyazıt’ta bulunduğu sıralarda Şii alimlerle ilmi münazaralara girdi. Şia alimleri Sünni alimleri dini konularda mağlup edip, Şiiliği yaymak maksadıyla İran’dan Doğu Anadolu’ya gelmişlerdi. İşe Doğubeyazıt’tan başladıkları için Ahmed Hânî ile ilmi sohbete başladılar. Ehl-i Sünnet mezhebinin hak ve doğru olduğunu, kendilerinin yanlış ve batıl inançlara sahip olduklarını görerek mağlup oldular. Bunun üzerine umduklarını bulamayarak İran’a geri döndüler.

Halk arasında veli zat olarak kabul edilen Hânî, bir çok kişinin kurtuluşuna vesile oldu. Onun nasihatleri ile bir çok kişi kötü alışkanlıklarından ve yanlış yoldan döndüler (Münazarat, s. 105). Risale-i Nur’da kendisi için; edip dahilerden Molla Ahmed (Tarihçe-i Hayat, s. 32), Şeyh Ahmed (Münazarat, s. 105), meşhur Şeyh Ahmed (Kastamonu Lahikası, s. 186) ifadeleri kullanılmıştır. Abdulkadir Badıllı tarafından kaleme alınan “Bediüzzaman Said-i Nursi: Mufassal Tarihçe-i Hayatı” adlı eserde Hânî; “edip, şair, hamiyet-perver, Resulullah’a aşık bir zat” (I. Cilt, s. 94) olarak tanıtılmaktadır.

Hânî, ömrünün son yıllarını Doğubeyazıt’ta geçirdi ve 1707 yılında burada vefat etti. Halen ziyaretgah olarak kullanılan türbesi İshak Paşa Sarayı’nın yakınında bulunmaktadır. Bediüzzaman’ın çocukluk devresi anlatılırken Hânî ve türbesi ile ilgili olarak ilginç bilgiler aktarılmaktadır. Bediüzzaman Hazretleri 14-15 yaşlarında iken ,bir ara Doğubeyazıt’a giderek bir süre orada kaldı. Gündüzleri medresede kalır, gecelerini ise Hani’nin türbesinde geçirirdi. Gündüzleri bile girilmeye korkulan türbede gecelerini geçirmesi, halkın dikkatinden kaçmadı. Bundan dolayı halk arasında Bediüzzaman için, “Ahmed Hani Hazretlerinin feyzine mazhar olmuştur” denmeye başlandı. (Tarihçe-i Hayat, s. 32)

Eserleri

En meşhur eseri Mem ü Zin’dir. Manzum ve mesnevi türünden olan eser 300 beyitten oluşmaktadır. Bu eserde, Cizre yöresinin kültürel özelliklerini bulmak mümkündür. Eserini akıcı bir üslupla kaleme almıştır. Doktora çalışmasına (Michael L. Chyet; Studies on Mem ü Zin, A Kurdish Romance) konu olan eser, M. Emin Bozarslan tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Aynı zamanda filme alınan eser ve müellifi hakkında dayanağı olmayan iddialar ortaya atılmıştır. Eserde İslam öncesi inançların izlerinin arandığı, eserde geçen bazı ifadelerin Zerdüştlükteki inançla bağlantılı olduğu şeklindeki iddiaların tamamı gerçek dışıdır. Şairin, eserin başında Yüce Allah ve Peygamber Efendimiz hakkında samimi ifadelerle övgüler yazması, varlık ve hadiselerdeki zıtlıkların meydana getirdiği ahengi Cenab-ı Hakk’ın azamet ve kudreti ile açıklaması, eserin sonunda dua yazması, söz konusu iddiaları çürütmektedir. (M. Sait Özervarlı; “Hânî, Şeyh Ahmed”, TDVİA., XVI. C., s. 31-32.)

Çarkoşe; aşk, ayrılık ve kavuşma temaları dört ayrı dilde kaleme alınmıştır. Rubailerden oluşan eserin her bir mısrası Arapça, Türkçe, Kürtçe ve Farsça olarak ayrı ayrı yazılmıştır.

Nûbahârâ Pıçûkân; Arapça-Kürtçe manzum sözlüktür. Giriş kısmında Kur’an-ı Kerim’i bitiren çocuklara yönelik olarak sarf ve nahiv konularına yer verilmektedir. Eser on üç bölüm olarak kaleme alınmıştır. Bu eserin muhtelif zaman ve yerlerde basıldığı gibi şerhi de yapılmıştır.

Akidâ İmânı; iman esaslarını tamamen Sünni görüş çerçevesinde ele almaktadır. Eser seksen beyitten oluşmaktadır. Cenab-ı Hakk’ın sıfatları, dua, nübüvvet, tevhid, şefaat, kıyamet ve ahiret gibi konular işlenmiştir.

Sözü edilen eserler dışında Akîdâ İslâmı, Yûsuf u Zeliha adlı eserlerin de kendisi tarafından kaleme alındığı iddia edilmektedir. Ancak, söz konusu eserlerin kendisine ait olup olmadığı konusu henüz kesinlik kazanmamıştır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*