Akıl ve Duygular

Yaşadığımız âlem ferdin varlıkla doğru uyum içinde olmasını gerekli kılan kesret kuralları içermektedir. Doğru tanımlanmış bir varlık tablosunda ruh da sükûnetini bulacak ve hayat daha anlamlı ve yaşanabilir hale gelecektir. Varlık ve ferdin uyum içinde ve dengeli bir zeminde etkileşimi için duygular ve akıl âhenk içinde faaliyet göstermeli.

Dengeli bir bakış için, duyguların ve maddî gerçekliği değerlendiren aklın ahenkli uyumu şart. Aklın nuru ve vicdanın ziyası hayat yolunun labirente benzeyen kıvrımlarında ve geleceğin belirsiz ve karanlık olduğu bir yaşantıda önümüzü sağ ve sol yandan aydınlatan iki projektör gibidir. Aklın nuru daha çok bilimlerle yani maddî âlemi şekillendiren kuralların keşfi ile oluşuyor. Akıl bu kuralların keşfi yolundaki gayretlerin toplamı olan fenlerle aydınlanıyor. Vicdan ise maddî âlemin daha dışında ve daha çok duyguların, inançların oluşturduğu bir kavram. O yüzden ışığını daha çok maddî dünyanın dışından ve dinlerden alıyor. Vicdanın önünü aydınlatan temel kaynaklar vahyin yeryüzüne yansıması anlamına gelen semavî kitaplar ve o kitapları hem insanlığa ulaştıran ve o kitapların çizdiği kurallar çerçevesinde insanlar içinde örnekler olarak hayat süren peygamberler.

İnsanlık tarihine bir göz atıldığında bütün insanlığı besleyen ve insanlık şeklinde bir kavramın oluşmasına yol açan iki ana kaynak olarak varlığı ya da mülkü kendi içindeki işleyiş mekanizmaları ile anlamaya çalışan bilim dalları ya da fenler ile bu işleyişleri vahyin aydınlığında anlamlandırmaya ve sorgulamaya çalışan dinler önümüze çıkıyor. Bilim ve din insanlık tarihi boyunca tartışmaların ya da varlık âlemine anlam verme çabalarının merkezinde yer alan iki kavram gibi gözüküyor.

Sosyal hayatı şekillendiren süreçler içinde zaman zaman kalp ve duygular, bazı zamanlar da akıl ve mantık ön planda olmuş. Beynin sol yarımküresi daha çok kognitif fonksiyonların işleyiş alanı olarak gözlenmekte yani mantık, konuşma, matematikle ilgili kabiliyetlerin, yani akıl kavramı çerçevesinde şekillenen işleyişlerin alanı olarak önümüze çıkıyor. Sağ yarımküre ise daha çok duygulanım, duyguları dışa vurma, sözlü olmayan iletişim ve sezgilerin alanı san’ata yönelik kabiliyetlerin merkezi gibi gözleniyor. Bu fonksiyonları ise çoğunlukla kalp ya da vicdan gibi kavramlar karşılıyor. Gerçi vicdan biraz daha beynin daha alt merkezlerle irtibat alanı olan ve bir tür koordinasyon merkezi olan limbik sistem ya da retiküler aktive edici sistemin fonksiyonu gibi ortaya çıkıyor, ama sağ beyin lobu ile de önemli bir irtibat içinde olduğunun pek çok işaretleri var. Son zamanlarda IQ (Inteligent Quotient) şeklinde ifade edilen ve değişik metotlarla bir değerlendirme rakamına dönüştürülen kabiliyetler çoğunlukla beynin sol lobunun tezahürleri, duygulanım ve bununla irtibatlı olarak ahlaki değerlerin bir ifadesi olan EQ (Emotionel Quotient) ise sağ lobun işleyişinin yansımaları şeklinde kabul ediliyor. Bunların yoğun irtibat alanları içinde çok net çizgilerle birbirlerinden ayrılamayacakları gerçeğini kabul etmekle birlikte kaba bir tasnifle IQ aklın nurunu, EQ vicdanın ziyasını ifade ediyor diyebiliriz. Akıl çoğunlukla bilim dediğimiz ve insanlığın tarihi boyunca ortak olarak geliştirdiği ve maddî dünyanın algılanması, yorumlanması ve bu sonuçların insanlık yararına kullanılması işleyişi ile aydınlanıyor olmalıdır. Vicdan ise daha çok duygular boyutunu ifade eden ve her zaman mantık kuralları ile sınırlanamayan, çoğunlukla telkinler ve bunların oluşturduğu duygu değişimleri çerçevesinde şekillenen bir şekilde dinlerle yolunu bulan bir fonksiyon gibidir. Bu alanda, “Neden?, Nasıl?” gibi soruların cevaplarını bulmak gibi bir endişe çoğunlukla yoktur. Doğru olduğunu hissetmekten ya da öyle olduğuna inanmaktan kaynaklanan bir taraftarlık hali vardır. Akıl alanında bilimlerin etkisi ön planda gözlenirken vicdan alanında dinlerin etkisi daha belirgin gibidir.

Son dönemlerde IQ’nun sadece faydacı bir yaklaşımla kullanılması eğilimi ön plana çıkmış gibidir. Sadece teknoloji üretme aracı ve hayat tarzının değiştirilmesi amacından öte geçmeyen akıl fonksiyonu gençler için üniversiteyi kazanma aracı, bilim adamları için yenilikler geliştirme aracıdır. Bu da akıl gibi muhteşem bir nimetin sadece maddî dünyaya sınırlı kalması gibi bir sığlık doğurur. Diğer taraftan, özellikle ülkemizde dine taraftarlığı daha belirgin kesimde yer yer duygu ağırlıklı anlatımlar ön plana çıkmakta ve sadece gözyaşları için bir araya gelinen zeminlerde ciddî duygusal gerilimler yaşanırken, feraset ve dinî hakikatlerle ilgili ciddî paylaşımlar ve maddî dünyanın gerçeklikleri içinde Rabbi tanıma gayretleri geri planda kalmaktadır.

Her iki durumun da doğurması beklenen olumsuz sonuçlar yakın çevremizde yaşanmaktadır. Belki de sosyal düzendeki çatışmaların en önemli sebeplerinden biri bu anlamdaki uyumsuzluklardır. Gelecekte daha mutlu bir dünya için inananlar aklı daha çok kullanmalı ve materyalistler duygularının zenginliğini keşfetmelidir.

Duyguların ve aklın âhenginden hasıl olan dünya algısı, ferdin ruh halinin de en ideal kıvamda olduğu hal olacaktır. Gerçek mutluluk ancak hayatın doğru anlamlandırılması ve aklın duygulara yönelik sağlıklı işleyişi ile ancak mümkün olur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*