Ufuk Bey: “Dördüncü Şuânın 6. babının 3. nüktesinde (sayfa 84) “ve kezâ sonsuz kudret sahibi Kadir’in kudret mertebelerine… ilâ ahir..” diye geçiyor. Fakat Âyetü’l-Kübra’nın 2. babının 3. hakikatinin 1. sırrında “Kudret-i İlâhiyenin zâtî olduğu ve mertebelerinin bulunmadığı” yazılmaktadır. Bunları nasıl anlayabiliriz?”
Allah’ın zatı mutlaktır. Bütün kâinatı kuşatmıştır. Zıttı yoktur. Zıttı olmadığı için Allah’ın zatının mahiyetini kavrayamıyoruz. Sadece ‘Allah’ın zatının mahiyetinin, sair varlıkların mahiyetine benzemediğini56 bilmekle yetiniyoruz. Yani Allah’ın zatı maddî değil, rûhî değil, mânevî değil, ışıktan değil, şundan değil, bundan değil! Allah’ın zatının mahiyeti meçhulümüzdür. İşte iman burada devreye giriyor. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm), “Cenâb-ı Hakk’ın sınırsız nimetlerini tefekkür ediniz. Fakat Zatının mahiyetini düşünmeyiniz. Çünkü siz ulûhiyetin esrarını keşfedemezsiniz.”57 buyuruyor. Bundandır ki, Üstad Bedîüzzaman Hazretleri Allah’ın zatının mahiyetinin bilinemez ve kavranamaz olduğunu beyan ediyor.58
Allah’ın isim ve sıfatlarına gelince… Tıpkı Allah’ın zatı gibi mutlak, muhit ve bütün kâinatı kuşatmış olmalarıyla beraber, mânâ itibariyle isim ve sıfatların zıtları vardır. Ve biz Allah’ın mutlak isim ve sıfatlarını:
a) Zıtlarını kavrayarak,
b) Zıtlarıyla kendi sıfatçıklarımıza bir sınır çizerek tanıyoruz.
Körlük, görmeme, yetersiz görme, az görme, sınırlı görme gibi görme dereceleri olmasaydı ve bu derecelerle kendi sınırlı görmemizi tanımlamasaydık, Allah’ın mutlak bir sıfatı olan görme sıfatını tanıyamazdık ve kavrayamazdık. Şöyle ki, biz görüyoruz. Görme işinin ne demek olduğunu bizzat görmekle kavrıyoruz. Fakat bizim görmemiz çok kayıtlarla sınırlı. Meselâ uzağı göremiyoruz, çok küçük cisimleri göremiyoruz, çok büyük cisimleri göremiyoruz, engelin arkasını göremiyoruz, ışıksız göremiyoruz, gözsüz göremiyoruz, maddesiz ortamı göremiyoruz, derinliği göremiyoruz, geçmiş olayları göremiyoruz, gelecek olayları göremiyoruz… vs. İşte bu âcizliklerimizle anlıyoruz ki, Allah’ın görmesi tüm kâinâtı, tüm olayları, bütün mekânları, geçmişi ve geleceğiyle tüm zamanları bir anda görebilecek sonsuz bir mertebede bütün varlıkları kuşatmış haldedir. Allah’ın zâtı ve sair isim ve sıfatları gibi, görmesi de kemâl derecededir, eksiklik ve kusurlardan münezzehtir.
Allah’ın sair isim ve sıfatları da kemal mertebede, sonsuzluk ile tüm kâinatı kuşatmış halde ve noksanlıklardan ve kusurlardan münezzeh bulunmaktadır. Biz Allah’ın sınırsız kudretini, kendi sınırlı ve eksikli gücümüzle tanıdığımız gibi, Allah’ın işitmesini, konuşmasını ve sair isim ve fiillerini kendi kusurlu ve eksik fiillerimizle tanıyor ve kavrıyoruz.
Allah’ın bütün isim ve sıfatları zati olduğu için mertebelerden uzaktır. Ama bu isim ve sıfatların varlıklar nezdindeki tecellileri ve cilveleri mertebe mertebedir, derece derecedir.
İşte Allah’ın kudreti (sair sıfatları gibi) zati olduğu için mertebeden uzaktır, hadsizlik, hudutsuzluk ve sınırsızlık içindedir. Fakat sair varlıkların kudretleri mertebelerle çerçevelenmiştir. Çünkü Allah’ın zatî olan kudretine zıddı zarar veremez, güçsüzlük getiremez. Fakat sair varlıkların kudretleri zati olmadığı için, zıtları onlarda noksanlık ve eksiklik sebebi olmaktadırlar. Varlıkların güç ve kudret dereceleri buradan kaynaklanmaktadır.
Bahsettiğiniz Dördüncü Şuâdaki münacatta geçen, “Sonsuz kudret sahibi Kadir’in kudret mertebelerine, sınırsız rahmet sahibi Rahîm’in rahmet derecelerine, mutlak kuvvet sahibi Kavi’nin kuvvet tabakalarına mutlak acz, fakr ve zaafım gibi özelliklerimle bir ölçü oluşum, hayat ve kıymet-i hayat olarak bana kâfidir.”59 cümlesindeki mertebeler, dereceler ve tabakalar için şunları söylemek mümkündür:
1- Bu ifâdeler, Allah’ın söz konusu sıfatları için mecâzî olarak kullanılmıştır.
2- Buradaki mertebeler kemal mertebeleridir. Meselâ kudret için sonsuzluk, hudutsuzluk, sınırsızlık, kemal, zatîlik, kuşatıcılık, ezelî olmak, ebedî olmak, mutlak olmak, muhit olmak… Vb gibi mertebelerden söz edilebilir.
3-Bu ifadeler, Allah’ın hadsiz, sınırsız ve hudutsuz sıfatlarını—hâşâ—acziyetle ve derece ile sınırlamıyor; bu kemal sıfatların tecellilerine, cilvelerine ve eylemlerine mertebe, derece ve tabaka veriyor.
Dipnotlar:
56. Bedîüzzaman, Mektûbât, s. 242
57. Câmiü’s-Sağîr, 2/831
58. Mesnevî-i Nûriye, s. 111
59. Bedîüzzaman, Şuâlar, s. 84
Benzer konuda makaleler:
- Kâinat Allah’ın bir parçası değil!
- Esma tecellisi ne demek?
- İnsanın dokuz gayesi
- Zevale mahkum olan bir şey İlah olamaz
- Değersizleştirme mekanizması
- Ene ve âlem-i vücub üzerine
- Peygamberlere olan ihtiyaç
- YÂ AZİZ!
- Duâ tevhidle ilgilidir
- YÂ CELÎL!
1963 Mersin Gülnar doğumlu olan Süleyman Kösmene, ilköğrenimini doğduğu köy olan Yarmasu köyünde yaptı. 1981 Mersin İmam-Hatip Lisesi; 1986 Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Milli Eğitimin çeşitli kademelerinde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. Yeni Asya Gazetesi Fıkıh Günlüğü köşesinde günlük yazılar yazmakta olan yazarımız, İstanbul’da yayın yapan Bizim Radyo’da ve EuroNur.tv’de programlar yapmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.
İlk yorum yapan olun