Bilmek

Cenab-ı Hakkın ihsan ettiği büyük bir nimettir, bilmek. Nimete erişmek ise ancak, insanın emeği, çalışması; esbaba teşebbüs etmesiyle mümkün olur.

Zira imanı bile, “Cenab-ı Hak, kulunun kalbine, o kul cüz’i iradesini sarfettikten sonra koyuyor.”1

Yani, bizden ne istendiğini ve bizim, ne istediğimizi bilmemiz gerekir.

Bu itibarla bilgisizlik, yani cehalet Müslüman’a yakışır bir şey değil.

Bilmenin, bilgi sahibi olmanın; öğrenmenin zamanı, zemini, makamı, mekânı; yaşı, başı olmuyor. Yeter ki bilmek, öğrenmek maksadıyla, solungaçları açık tutalım.

Bugün birçok materyal; -özel tüzel- birçok kurum-kuruluş öğretmeye hazır hâlde duruyor. Kitaplar, dergiler, CD’ler; eğitim maksatlı filmler hizmete hazır.

Bunlara ilgi göstermemek, akıl kârı değildir.

Bilmeyene, eğitim göremeyene; okuryazarlığı olmayan kimseye “cahil” denir.

Âyet-i Kerime’de: “İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir”2 buyruluyor.

Bu hâldeki adamı, Kur’an bile yeriyor.

Yüz çevrilmiş insanın hâlini bir düşün…

Demek ki cehâlet yenilecek, doğrular bilinecek!

Allah (cc), “Oku!”3 emrediyor.

Bu durumda, her birimiz, kendimizden ilel-ebed mes’ulüz. Çünkü doğruları idrak için, bilmek; bilmek için de, okumak gerekir.

Ebu’d-Derya’nın (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şeriflerinde, Peygamberimiz (asm); “Ey Uveymir! Kıyâmet günü sana ‘Âlim miydin, cahil miydin’ diye sorulduğunda hâlin ne olacak? Eğer ‘Âlimdim’ dersen sana, ‘Bildiğinle ne amel yaptın?’ diye sorulacak. ‘Cahildim’ dersen ‘Cahil kalmana mazeretin neydi? Neden ilim öğrenmedin?’ diye sorulacak”4 buyurmaktadır.

“Cehl” ile “cehâlet” lügatta birbirine benzer mana. Yalnız, arasındaki fark: Cehl, kişinin inanç söz ve davranışıyla ilgili bilgisizliği; “cahâlet” ise, dışta kalan durumlar. Meselâ:

Bir kimsenin, namaz kılarken konuşmanın namazı bozacağını bilmemesi, cehl; satın aldığı eşyanın ne işe yaradığını bilinmemesi ise, cehâlettir.

Cehâleti toplum hayatının marazı olarak gören Bediüzzaman, bu husustaki, “Bizim düşmanımız cehâlet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz”5 yorumuyla, bunların, toplumumuzdan mutlaka uzaklaştırılması gerektiğini ifade ediyor.

Öyle ya!

Gerek dünya, gerek ukbâ; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”6

Sınaî, ticarî her türlü iktisâdî kalkınmanın yolu bilgiden, ilgiden, iradeden geçiyor. Aksi hâlde, yokluk mertliği bozuyor.

Zayıf düşen topluma akbabalar çullanıyor; eziyor, üzüyor; nân’e muhtaç ediyor.

Müslüman’ın bugünü, dünden farklı olmalı;

İlim, bilim, irfanla genç dimağlar dolmalı.

Dipnotlar:

1- Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, 44.

2- A’râf Suresi, 199.

3- Alak Suresi, 1.

4- Camiü’s-Sağîr, 4: 1353 (İbni Asakir).

5- Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî, 19.

6- Zümer Suresi, 9.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*