Çâre “Bediüzzaman modeli”nde…

Öncelikle hariçteki düşmanların müdahalesine ve “stratejik  Operasyonları”na fırsat verilmemesi için Bediüzzaman, her devirde ve her fırsatta “İslâm kardeşliği”ni ve “vatandaşlık hukuku”nu nazara verip mezhebî  tefrikaya karşı “müsbet hareket”le ikaz eder.

“Menfi hareket”e başvuranların içine düştükleri bir diğer yanılma da “müsbet hareket”le başarılı olamayacağı zehâbına kapılmalarıdır. Yapılan hizmet ve tebliğde mutlaka başarılı olunması gerektiği hırsıyla hizmete değil, neticeye odaklanmalarıdır.

“MENFİ HAREKET” İLÂHÎ VAZİFEYE KARIŞMAKTIR…

Hakkı tebliğde insanların vazifesinin sadece hizmet olduğu, neticenin Cenâb-ı Hakk’a ait olduğu hakikatini şu muhavere açık bir şekilde ortaya koyar:

Emirdağ’ında iken, Ankara’ya Nur hizmeti için gönderdiği bir talebesi, hâl-i âleme bakarak, “Bu insanlar ne zaman Nur hakîkatlerini dinleyecek? Kalın zulmet perdeleri nasıl yırtılacak? Mânevî karanlıklar nasıl izâle olacak?” diye ümitsizliğe düşer. Sonra, birgün Emirdağ’ına Üstadın yanına döndüğü zaman Bediüzzaman, “Vazifemiz hizmettir; muvaffak olmak, insanlara kabul ettirmek Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz. Sen orada, `Bu insanlar ne zaman Risale-i Nur’u dinleyecekler?’ diye ümitsizliğe düşme, merak etme! Katiyyen bil ki: Mele-i Âlânın hadsiz sakinleri, bugün Risâle-i Nur’u alkışlıyorlar. Onun için, hiç ehemmiyeti yok. Kıymet kemiyette değil, keyfiyettedir. Bâzan bir halis ve fedakâr talebe, bine mukabildir” diyerek ümitsizliğini giderir… (Tarihçe-i Hayat, 402)

Bediüzzaman’a zulüm ve cefâyı revâ görenlerin, “emniyet ve asâyişi ihlâl vehim ve hayali düzme isnadı”yla yirmi sekiz sene ceza çektirmelerine, memleket memleket, mahkeme mahkeme süründürmelerine, zindandan zindana atmalarına, kimse ile görüştürmeyip tecrid etmelerine, zehirlemelerine ve türlü türlü hakaretlerde bulunmalarına mukabil, 1952’de İstanbul’daki Gençlik Rehberi Mahkemesi müdafaasında söyledikleri “müsbet hareket”le fedakârlığın şâhikasıdır.

Müdafaasında, “Biz ki beş yüz bin fedâkâr Nur Talebeleri, memleketin her tarafında emniyet ve âsâyişin fahrî mânevî muhâfızlarıyız; bize böyle bir isnadda bulunmaları günahların en büyüğüdür” diyen Bediüzzaman, bu denli zâlimâne ihânetlere karşı, kendisinin ve Nur Talebelerinin aslâ hislerine kapılmayarak, gönüllerde emniyet ve asâyişi temin yolunda, îman ve Kur’ân’a hizmet yolunda, gafletle anarşîye sapanları düştükleri fevzâ gayyâsından kurtarmak yolunda çalışmaktan bir an hâlî kalmamaları, dine hizmet iddiasındaki bütün Müslümanlara bir örnektir.

“DÎNİN ŞİDDETLE MENETTİĞİ ŞEY, FİTNE VE ANARŞÎDİR.”

Nur Talebelerinin zulüm ve menfa sahası olan altı vilâyetin altı mahkemesinin uzun ve ince tetkikler neticesinde, emniyet ve asâyişi ihlâl yolunda hiçbir vukuât kaydetmemelerinin ispatıyla, “Nur mekteb-i irfânının talebeleri kalbler üzerinde işler; emniyet ve asâyişin bekçisini, kafalara, kalblere yerleştirir. Bizim îman derslerimiz anarşîye karşıdır, bozgunculuğa karşıdır, farmasonlara ve komünistlere karşıdır” ifâdelerindeki mânâ, oldukça önemli bir “müsbet hareket” numunesidir.

Hiçbir Nur Talebesinin nizâm ve intizama aykırı bir vukuâtı olmadığını, çünkü hepsinin  kalbinde nizâm ve intizâmın en sağlam muhâfızı olan îman bekçisinin olduğunu belirten Bediüzzaman’ın, “gizli düşmanlar”ın iftiralarına verdiği cevap, İslâma hizmet iddiasıyla ortaya atılıp, İslâma aykırı anarşi, terör, tahrip ve zulümle “menfi hareket”le dâvâsını lekeleyenlere engin Kur’ânî mânâlarla dolu bir derstir:

“Biz Nur mekteb-i irfânı şâkirtlerinin Kur’ân-ı Hakîm’den aldığımız hakîkat dersi şudur ki: Evde yâhut bir gemide, bir mâsum, on câni bulunsa, adâlet-i Kur’âniye o mâsumun hakkına zarar vermemek için o haneyi, o gemiyi yakmayı menettiği halde, on mâsumu birtek câni yüzünden mahv için, o hâne, o gemi yakılır mı? Yakılırsa en büyük zulüm, en büyük hıyânet ve gadir olmaz mı? Bu sebeple asâyişi ihlâl yolunda yüzde on câni yüzünden doksan mâsumun hayatını tehlikeye ve zarara sokmayı adâlet-i İlâhiye ve hakîkat-i Kur’âniye şiddetle menettiği için biz bütün kuvvetimizle bu ders-i Kur’âniyeye ittibâen asâyişi muhâfazaya kendimizi dînen mecbur biliriz.” (Tarihçe-i Hayat, 565-6)

Bu şuurla Müslümanların haklı dâvâlarını tebliğde hiçbir zaman nizam ve intizâmı bozmaması,  maddî ve mânevî memleketin emniyet ve asâyişini ihlâl etmemeleri, hiçbir surette anarşîye ve bozgunculuğa taraftar olmamaları konusunda ikaz eder. “Bir adamın hatasıyla yirmi bin komşusu cezalandırılır mı? Dünyada hükmeden böyle bir kanun var mı?” sorularıyla, çağdaş hukukun “suçun şahsiliği” esasıyla bu kuralı edindiğine dikkat çeker. (Emirdağ Lâhikası, 451)

“Dînin şiddetle menettiği şey, fitne ve anarşîdir. Çünkü anarşî hiçbir hak tanımaz; insanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir” der. Bunun âhirzamanda ‘ye’cüc’ ve ‘me’cüc’ komitesi olduğuna Kur’ân-ı Hakîm işâret buyrulduğunu bildirir. Yirmi sekiz sene kendisinin ve talebelerinin ezâ ve cefâya mâruz kalmasına, mahkemelerde savcılarına hakaretlerde bulunmasına tahammül etmelerinin sırrını açıklar.

KOMPLO VE PROVOKASYONLARI BERHAVA…

Bediüzzaman’ın “müsbet hareket” metodunun muvaffakiyeti, buna mukabil devleti ve iktidarı ele geçirmeye çalışan ve siyaseti hedefleyen stratejilerle hareket eden İhvan-ı Müslimin gibi cereyenların, bu tavırlarından dolayı işbaşındaki rejimlerle çatışıp başarısızlıkla sonuçlanan, taraftarlarının dikta rejimler tarafından ezilmelerine sebep olan acı ve ibretli akıbetleri meydanda.

İktidarı önceleyen grupların, “menfi hareket”e varıp iktidara geldikten sonra tamamen dünyevîleşip çıkarlara saplanmaları, dâvâyı, hizmeti bir tarafa bırakıp iktidar mücadelelerine girişmeleri, elde ettikleri iktidarı muhâfaza için meşrûiyet çizgisinden sapmaları neticesinde ortaya çıkan inkisâr-ı hayal ve başarısızlıklar, Bediüzzaman’ın haklılığını ortaya koymakta.

Doğrusu Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da ölçülerini verdiği ve hayatıyla, fedakârâne tavrıyla ortaya koyduğu bu müsbet hizmet metodu sayesindedir ki, en baskıcı ve tahripkâr icraatlarla ortaya çıkan ve çeyrek asrı aşan tepeden inmeci dikta dönemlerinde selâmetle iman ve Kur’ân hizmetini ifâ etmiş. Onca zorluklara, ağır baskılara, zindanlara, zehirlenmelere rağmen, bizzat yaşadığı “müsbet hareket” düsturuyla kimsenin burnu bile kanamadan barışçı bir geçişle çok partili hayata ve demokrasiye ulaşılmasının sağlanmasına önayak olmuştur.

Yine “müsbet hareket” sayesindedir ki, çeşitli komplo ve provokasyonlar berhava edilmiş; Risale-i Nur hizmeti, bütün engellemelere rağmen hayatında ve vefatından sonra Anadolu’ya, İslâm âlemine ve bütün dünyaya yayılmış, milyonların okuduğu, etrafında toplandığı bir eser haline gelmiştir.

Ve yine bu “müsbet düsturlar”ladır ki bugün bu eserler, Asya’dan, Avrupa’dan, Amerika’ya dünyanın dört bir tarafında, muhtelif rejimlerin hükmettiği ülkelerde 40’dan fazla dile tercüme edilerek yayılmakta, dünya radyo ve televizyonlarında okunmakta, üniversitelerde ders olarak okunmakta, hakkında tezler ve araştırmalar hazırlanmakta. Nur hizmetleri dünyanın her tarafına ulaşıp gelişmekte…

“DAHİLDE ASÂYİŞİ MUHÂFAZA İÇİN…”

Gerçek şu ki başta siyasetle devleti ele geçirmeyi hedefleyen ve bu yüzden çoğu kez “müsbet hareket” esasından sapan İhvan-ı Müsliminin yaygın olduğu birçok Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelesinde meydana gelen ve toplumu derinden sarsıp onbinlerin, yüzbinlerin hayatına mal olan krizler, isyanlar, kaoslar, çatışmalar ve iç savaşlar, “menfi hareket”in sonucu oldu. Felâketler, niyet ve dâvâ hak olsa da vasıtanın bâtıl olmasının bedeli olarak pahalıya mal oldu.

Mısır’da sosyalistlerle bir olup iktidarı amaçlayan tarzıyla Kralı deviren İhvan-ı Müslimin, siyasetin oyunlarında mağlûp edilip acı akıbetlere mâruz kaldı. Bediüzzaman’ın beyânıyla, “nur” ve “topuz” bir arada olmadı.

Bu hususta yıllar önce Yeni Asya Yayınları arasında çıkan Hekimoğlu İsmail imzalı “Sosyalistler Suriye’yi nasıl ele geçirdi?” broşüründe anlatılan haliyle, Mısır’dakilere benzer şekilde oyuna getirilen Suriye’deki Müslüman Kardeşler’i ve büyük halk kitlelerini Hama katliâmında olduğu üzere, vahşice katliâmların hedefi haline getirdi.

Çâre, devlete, iktidara, yönetime talip olmayan, aktif politikaya girmeyen, haklı siyasete sâdece yön gösterip yardımcı olan, hak “iman ve Kur’ân hizmeti”yle formüle edilen mânevî hizmetleri yoğunlaştıran “Bediüzzaman modeli”nde. Siyaset karşısında mesafeli bir duruşa konumlanarak, demokrasi ve hürriyetin de altyapısını oluşturacak manevî hizmetlere yoğunlaşmakta.

Bediüzzaman’ın Kur’ânî tefsir ve Peygamberî tarzda ifâdesini bulan, hakkı, hukuku, adâleti meşrû yollarla savunan, zâlime karşı asil duruşu tâvizsizce sürdüren istikametli “müsbet hareket” tarzında. İslâmî cemaatlerin, dine hizmet iddiasındaki grupların, siyasî aktör rolünden ve tavırlarından uzak durup, gayretlerini ve himmetlerini aslî hizmetlerine teksif etmelerinde.

İlmî muhafetle fikrî mücahâdeyi esas alan, demokrasi ve hürriyetlerin zeminini oluşturan Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’da ölçülerini verdiği istikametli, tâvizsiz, esaslı, sâlim “müsbet hareket” metodunu rehber edinmede…

Türkiye Müslümanların ve dinî cemaat ve câmiaların, Osmanlıdan tevârüs alınan değerler, tarihî ve sosyolojik kodların yanı sıra genellikle kıyam, isyan ve menfi hareketlerden kaçınıp herhangi bir mâcereya girişmemelerinde. Bediüzzaman’ın Nur Risalelerinde vaz ettiği “müsbet hareket” düsturunun topluma mâl edilmesinde…

Zira “müsbet hareket”in olduğu yerde fitne barınamaz. Tefrika yol bulup insanları birbirine düşürtmez. Fevrî ve hissî tahriklerle düşmanın oyununa gelinmez…

Aksi halde dinamikleri ecnebilerce tetiklenen, yabancı emperyal güçlerin projelerinin hükmettiği gaddar siyasetin bir oyuncağı olunur. Tuzaklarla dolu politik, oldukça riskli kaygan zeminde çeşitli çelişkiler ve hatalarla hem büyük dâvâ harcanır hem de sağlıklı ve sürdürülebilir bir netice alınamaz.

ETNİK VE MEZHEBÎ TEFRİKA FİTNESİ

“Menfi hareket”in İslâm coğrafyasında sebep olduğu etnik ve mezhebî tefrika fitnesiyle iç çatışma ve iç savaş üzerinden ecnebilerin İslâm dünyasındaki kriz bölgelerine parmak karıştırılıp müdahalesine zemin açması, bir diğer dehşetli durum.

Geçtiğimiz süreçte Lübnan Şiî Yüksek Konseyi üyesi Ayetullah Ali Fadlallah’ın “Bölgedeki Sünnî ve Şiîler arasında çıkarılmak istenen büyük fitne için devam eden uluslar arası çabalara” karşı uyarısıyla “birlik mesajı” bu açıdan kayda değer.

Tesbit şu ki, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de ecnebilerin tahrikiyle “mezhep çatışması” komplosu yürütülüyor. Keza Suriye’de yaşanan kriz fitnesinin kıvılcımlarının Irak, Lübnan ve komşu ülkelere sıçraması tehlikesi gün geçtikçe büyüyor.

Son Huston Maratonu saldırısı sonrası yeniden nüksedip tırmandırıldığı gibi, fatura yeniden Müslümanlara çıkarılmak isteniyor.

Esasında Amerika içinden yapılan 11 Eylül saldırıları manipülasyonuyla, CIA Afganistan’da Amerikan çıkarları hesâbına istimal ettiği El Kaide üzerinden Sünnî âleminin “tehlike” olarak lanse edilip, buna mukabil sözde “Şiî bloku”nun güçlendirmeye çalışılması, muhtelif kılıklarda gelen fitnenin bir diğer boyutu.

“ABD’nin bölgedeki ‘terörle mücadele stratejisi’ sivilleri vuruyor. Bunun için NATO ortak operasyonları”nın durdurulmasını isteyen Pakistan Başbakanı Yusuf Gilani’nin ifâdesiyle, Amerikan ve İsrail’in istihbarat birimleri, istilâ ve sömürünün sürmesi için barışı baltalayıp  bölgede egemenlik ve enerji kaynakları ve hatlarını elde etmek amacıyla “kontr-güç” olarak El Kaide ve Taliban’ı kullanıyor.  

Bu bağlamda, başta Suriye’de ve diğer bazı ülkelerde El Kaide ve bağlı gruplarının Amerika ve diğer Batılı güçlerin hesâbına hareketle “Şiî-Sünnî savaşı”na zemin oluşturma senaryosunun bir parçası olmaları, çıkarılmak istenen büyük fitneyi ele veriyor. Daha düne kadar ve hatta hâlâ bir yandan El Kaide’yi ve Sünnî-Selefîleri “terörist” ve “baş düşman” olarak gören küresel mihrakların, Suriye’de ve Mısır’da aynı gruplarla işbirliği yapıp bu kez Şiîleri hedef almaları, kargaşa ve kaos içindeki “zâlimlerin satranç oyunlarını” ve fitnenin dehşetini deşifre ediyor.

“HARİÇTEKİ DÜŞMANLARIN MÜDAHALESİNE ZEMİN…”

Gelinen vartada 70 bin insanın katledildiği ve hâlen de iç savaşın bütün dehşetiyle sürdüğü Suriye’de, sırf “müsbet hareket”i tavsiye ettiği, sulhu önerip iç çatışmaların bir tarafa bırakılarak tarafların görüşme ve müzâkeresini önerdiği için önde gelen İslâm âlimi Ramazan El-Buti’nin camide vaaz kürsüsünde ders verirken, aralarında torununun da bulunduğu 41 talebesi ve cemaatiyle bombalanıp katledilmesi şenaati, “menfi hareket”in son acı bir tezâhürü…

Ve “müsbet hareket”ten sapılıp “menfi hareket”le içine girilen kırılgan vaziyet, ipi ecnebilerin elinde olan ve Batı’daki mihraklarca üflenen tahriklerle İslâm ve Arap âleminin kendi içinden ırkî ve mezhebî iftirakların kışkırtılmasıyla, istikrarın bozulmasıyla, kargaşa ve kaosa sürüklenmesiyle “müdahaleye zemin oluşturulması”; ardından emperyal işgalci sömürücü güçlerin Afganistan’da ve Libya’da olduğu gibi “kurtarmak”, “özgürleştirmek” ve “demokrasiyi getirmek” uydurmalarıyla askerî müdahaleye ve istilâyla yer altı ve yer üstü kaynaklarını, enerji rezervlerini sömürüp yağmalama hareketine girişmeleri, “dişlerinin kirası” olarak masraflarının birkaç katını peşinen almalarına sebebiyet veriyor.

Libya’nın petrolünün başta ABD, Fransa, İngiltere olmak üzere çoğu Yahudi sermayesindeki uluslar arası Batılı şirketlerce hortumlanmasının yanı sıra, Batı bankalarındaki 100 milyar dolarının bloke edilip el konulması gibi…

Bundandır ki öncelikle hâriçteki düşmanların müdahalesine ve “stratejik operasyonları”na fırsat verilmemesi için Bediüzzaman, her devirde ve her fırsatta “İslâm kardeşliği”ni ve “vatandaşlık hukuku”nu nazara verip mezhebî tefrikaya karşı “müsbet hareket”le ikaz eder.

“Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden (edinen) Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizâı (kavgayı) aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka (dinsizlik) cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti (kardeşliği) ve ittihadı (birliği ve beraberliği) emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye (mukaddes bağlar) mâbeyninizde (aranızda) varken, iftirakı iktiza eden cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir (en çok lâzımdır)” çağrısının maksadı budur. (Lem’alar, 32)

MÜSLÜMANLAR BİRBİRİNE KIRDIRILIYOR

Gerçek şu ki ecnebiler, İslâm ülkelerinin başına musallat edip otuz-kırk yıl kullandıkları “yerli işbirlikçi”lerin halk nezdinde artık miâdlarının sona ermesi, “son kullanma tarihlerinin dolması” üzerine bu kez sözkonusu toplumları “barış”, “demokrasi” ve “özgürlük” arayışlarıyla “menfi hareket”e sevk edip kontrollerinde, hegemonya ve çıkarlarını sürdürecek sözde “yeni isimleri” belâ etme peşinde. Bu plânla isimler değişiyor; ama zâlimlerin hegemonya ve çıkar stratejileri, oyunları değişmiyor. Müslümanlar arasında yine fitne ateşleri alevlendiriliyor, insanlar yine kamplaşma ve kutuplaşmalara itiliyor. Yeni yeni fitne dalgaları yayılıyor.

“Cihad” adı altında Müslümanlar birbirine kırdırılıyor, Müslüman kanı akıtılıyor. “Barış” ve “özgürleştirme” vaadiyle bölgeye müdahale eden zâlim işgalci ecnebiler fitne, tefrika, çatışma ve savaşlara sebebiyet veriyorlar.

Çetrefilli vaziyet ortasında mezhebî farklılıklara dayalı gösteriler ve çatışmalar devam ediyor. Suriye’nin son demde sürüklendiği gibi Irak’ta da –işgalden bu yana iki milyon insanın katledilmesi yetmezmiş gibi- etnik çatışmalardan sonra mezhep eksenli daha vahim ve kanlı bir iç savaşa sürükleniyor. Şiddet artıyor. Evler, pazar yerleri, hastaneler, camiler, sokaklar bombalanıyor.

“CİHATÇI GRUPLAR”IN TERÖRLE TAHRİBİ!

11 Eylül saldırıları bahanesiyle güya El Kaide’yi etkisiz hale getirmek için Amerika’nın NATO şemsiyesinde Afganistan’ın işgaliyle ülkenin çökertilip bir milyon insanın katledilmesinden sonra El Kaide militanlarının nükleer silâhlara sahip tek İslâm ülkesi olan Pakistan’da yüzlerce sivilin ölümüne yol açan bombalama eylemleri, kol gezen fitnenin çoğu kez yerli “cihatçı gruplar”ın menfi hareketle ecnebilerin eline koz vermesinden ileri geliyor.

Yabancı emperyal güçlerin ve silâh ticareti ve kaçakçılığından milyarlarca doları kazanan silâh tüccarı ve savaş baronlarının, başta CIA olmak üzere gizli servislerin İslâm ülkelerinde çeşitli paravan ve taşeronlara yaptırdıkları “eylemler”, bahane edilmesi, Bediüzzaman’ın dahilde esas alınmasını istediği “mânevî cihad” ve Kur’ânî “müsbet hareket” hakikatini bir defa daha gösteriyor.

Diğer yandan dinin yasakladığı intiharın, sivilleri hedef alan ve nizamî harp kurallarına da uymayan bir terör eylemine dönüştürülmesinin “şehâdet” adı altında yüceltilmesi benzeri sapmalar, Müslümanları kullanarak üstelik “İslâm adına” Müslümanları katleden menhus bir oyun olduğu ortaya çıkıyor.

İsrail’in âilesini, annesini, babasını, kardeşlerini bombalayarak katlettiği Filistinli gençleri hapishanelere doldurup, yanlarına yerleştirdiği özel ajanlarla “intihar eylemcisi” haline getirerek dışarıya salması, ardından intihar saldırıları bahanesiyle yeniden Filistin şehir ve kasabalarına saldırıp yüzlerce, binlerce mâsumu, çocuğu, kadını, yaşlıyı öldürmesi, alt yapısını tahrip etmesi oyunu, bir kısırdöngü olarak devam ediyor.

Libya’dan sonra en son Suriye’de de sık sık yapıldığı gibi “yönetim taraftarı” diye sivillerin, mâsum insanların hiçbir değer ve kriter gözetilmeden, sırf bulunduğu bölge, mensup oldukları aşiret ya da “rejime yakın bir yakınları” sebebiyle tekbir getirilerek hunharca öldürülmesi, bombalanıp taranması, “menfi hareket”in vardığı zulmün ve vahşetin boyutunu gösteriyor.

“ŞEHÂDET EYLEMLERİ”YLE ECNEBİ MÜDAHALESİNE BAHANE…

Tesbit şu ki silâhlı örgütler işin içine silâh girince, her cihette silâh kaynakları ve bölgedeki ve bölge hâricî istihbarat servisleri devreye giriyor. Çeşitli mihrakların, yerli-yabancı ifsad şebekelerinin mevzubahis silâhlı örgütlere sızarak, karmaşada cirit atarak, hatta bazen birkaç yönlü çalışarak, birbiri karşıtı mahfillere ajanlık yapanları kullanarak çeşitli gruplar çatıştırılıyor. Terör eylemleriyle felâkete sürüklenen, kaos ve kargaşaya itilen ülke içten içe çökertilip, dış müdahaleye teşne hale getiriliyor.

“Terörle mücadele” adı altında Müslümanların hedef kılınması da “menfi hareket”le şaşırtma ve tuzağa düşürme oyununun bir parçası. Maksat, çoğu kez kimin yaptığı belli olmayan İsrailli sivilleri hedef alan intihar saldırılarının, “Hamas”, “İslâmî Cihad”, “İhvan-ı Müslimin” kaynaklı bazı gruplara ve benzeri örgütlere fatura edilmesinde olduğu gibi, “İslâmî terör” türü garâbetleri türetmek, çeşitli senaryolarla Müslümanları töhmet altında bırakıp ezme aracı haline getirmek…

Ne var ki “şehâdet eylemi” diye intihar ve terör saldırılarını üstlenip bu yolla “dâvâları”na hizmet ettiklerini zanneden örgütleri, bilerek – bilmeyerek İslâm düşmanlarının eline bahaneler veriyorlar.  

Âdeta domino taşı gibi birbirini tetikleyen angaje “menfî politikalar”a fırsat tanınıyor. İçte anarşi ve karışıklık olduğu gibi, dışta da İslâm ülkeleri Amerika ve diğer küresel güçlerin “hedef ülkesi” haline getiriliyor. Dahası Müslüman gruplar ve cemaatler, küresel güçlerin kirli egemenlik ve pis çıkarlar oyununun tarafı haline getirilerek birbirine düşürülüyor. Müslüman komşu ülkelerin ilişkileri bozulup karşı karşıya getiriliyor…

MİLYONLARCA MÂSUMUN KANI HEDER EDİLİYOR

Bediüzzaman’ın bir asır evvel dikkat çektiği, “müteharrik-i bizzat olmayan (kendi irâdesiyle, yerli dinamiklerle hareket etmeyen), “müteharrik-i bilvasıta (başkalarının tahrik ve yönlendirmesiyle hareket eden)” politikalarla fevkalâde meş’um bir vaziyete giriliyor.

Kısacası, “Onlar (dışarıdakiler), “tenvim (uyutma ve ipnotize) ile telkin ediyor, buradakiler kendilerinden hayal edip, asammâne (sağırcasına) eser-i telkini (başkalarının aşıladığı, telkin ettiği politikaları) icra ediyor.” Ve bu yüzden “bütün harekâtı hâriç (dış güçler) hesâbına geçiyor. İrâdesi hükümsüz kalıyor. Hâlis niyeti de fayda vermiyor. Hâriç cereyanın kuvvetine bir âlet-i lâya’kıl (akılsız bir âlet) oluyor.” (Sünûhat, 64-65)

Böylece, Bediüzzaman’ın İslâm âlemi için kurtuluş çâresi olarak önerdiği, “Cehalet, zaruret ve ihtilâf düşmanına karşı san’at, mârifet (eğitim) ve ittifak silâhlarıyla cihad etmek” yerine, Müslümanlar zulüm ve sömürüye karşı ittihad içinde olmayıp, birbirlerini suçluyor. Böylece hârici düşmanlarının hücum ve taarruzlarına mâruz kalıp, cehâlet karanlığında, fakirliğin pençesinde ve ihtilâflarla bölünüp parçalanmış bir toplum olarak madden ve mânen çöküşe sürükleniyorlar…

Bediüzzaman’ın tefsiriyle, boğuşan insanlar “İnsan şüphesiz ki çok zâlimdir” (İbrahim Sûresi, 34) âyetine en müstahak hale geliyor. Yine acip zulümlere taraftarlıkla, “zulme rızâ zulümdür” esasıyla, “Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur” (Hûd Sûresi, 113) âyetine şümûlüne giriliyor.

Bundandır ki, “hak ve hakikat ve din ve adalet hesabına olmayan, belki (bilâkis) inat ve asabiyet-i milliye (ırkçılık) ve menfaat-i cinsiye (çıkarcılık) ve nefsin enâniyetine dayanan, dünyada emsali vuku bulmayan gaddarâne bir zulümler” yapılıyor. “Bin mâsum çoluk çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla mahvediliyor.” “Binler, milyonlar mâsumların kanları heder ediliyor. Hiçbir adâlet ve insaniyet kuralına, hiçbir hakikat düsturuna ve hukuka uygun gelmeyen çatışmalar, boğuşmalar ve savaşlar sürdürülüyor.

Dahası, ecnebilerin “yardımcılıkları”na tezellülle tenezzül ediliyor. Dehşetli firavunluk, bir hodgâmlık (çıkarcılıkla) hükmediyor. Zâlimlerin kılıçlarına dayanılıyor. Hâlık-ı Kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur’ân’a farz ve vacip iken, milyonlarla mâsumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvetine bel bağlanıyor. (Kastamonu Lâhikası, 160-161)

TENVİR VE İRŞADLA DEMOKRASİ VE SULHU İNŞA

Bu konuda, Suriye’de çok zulüm görmüş, uzun yıllar hapishanelerde yatmış ve son olaylarda kardeşi vefat etmiş, kısaca âilece ülkede yaşanan zulüm ve baskıya mâruz kalmış, kargaşa, kaos ve iç savaşı yaşamış bir mütefekkir olan Cevdet Said’in, bütün bunlardan azâde olarak böylesine bir barış diline, bir arada yaşama kültürüne işâret eden medeniyet târifi ve “müsbet hareket” formülünü teyidi fevkalâde anlamlı…

“Bediüzzaman Said Nursî’den çok istifade ettiğini anlatan Suriyeli İslâm âlimi Cevdet Said’in tesbitiyle, “menfî hareketle” Müslüman milletler, çeşitli ırkî ve mezhebî ayırımlar üzerine birbirleriyle uğraştırılıyor, kavga ve kargaşaya sürüklenip bölünme ve parçalanmayla ecnebilerin işgal ve boyunduruğu altına girmeye itiliyorlar.

Bu hususta, Mısır El Ezher Üniversitesi’nde uzun yıllar süren eğitiminde Seyyid Kutub’un kitaplarına eleştiri getiren ve İslâm dünyasının felsefi ve kültürel değerlerini yeniden dirilterek öze dönmeyi hedefleyen çağdaş düşünce özgürlüğünün en başta gelen savunucusu Cevdet Said, Kur’ân’a ve Peygamberimizin (asm) hadislerine dayandırdığı şiddet karşıtı düşünceleri, özellikle iç karışıklıklarda zulme karşı direnişin kriterlerini belirleyen Bediüzzaman’ın Nur Risalelerinde beyân ettiği “müsbet hareket” esasını teyid eder.

Bediüzzaman’ın Kur’ân âyetleriyle ve Peygamberimizin (asm) hadisleriyle tefsir edip mânâsını belirlediği müstebit, tahripkâr ve tepeden inmeci fevkalâde ağır baskılara, hapislere, zulümlere karşı, büyük bir vakar, izzet ve temkinle, kitleleri infiâlle provokasyonlara kapılmaktan sakındırdığını söyleyip, “müsbet hareket” metodunu fitnelere karşı yegâne çâre olarak görür. (Kastamonu Lâhikası, 188; Emirdağ Lâhikası, 451)

Gerçek şu ki “Arap baharı” bugün “menfi hareket”le çıkmaza girip başarısız kalan, birçok Arap ülkesinde yeniden iktidar mücadeleleriyle iç çatışma ve iç savaşa sürüklenip “sonbahar”a ve hatta kışa dönüşmüş.

Hülasa, en son Suriye’de görüldüğü gibi yönetimle “silâhlı muhalefet”in silâhlı direnişiyle kan-revân kargaşa ve kaos içinde binlerce mâsumun kanının heder olmasıyla kirlenen “Arap baharı”nın tek çıkış yolunun Bediüzzaman’ın tefsir ettiği “müsbet hareket” Kur’ânî metodunda.

Aksi halde “menfi hareket”le İslâm ve Arap âleminde despot rejimlere karşı başkaldırılarla tetiklenen, çatışmalarla iç savaşlar, yine ecnebilerin hesâbına ve Müslümanların zararına daha da içinden çıkılmaz hal alır.

Bediüzzaman, bilhassa dine hizmet edenlerin devleti ele geçirmeyi ve iktidarı elde etmeyi amaç edinmemelerini, aksi halde bunun zararının en evvel yine Müslümanlara olacağını ihtar eder. “Menfi hareket”in adâvet ve kim damarı”yla “hadsiz bir zulümler”e sebebiyet verileceğini ihbar eder. (Mektûbat, 407, 255)
Milletin mânevî ıslâh ve terbiyesinin esas olduğunu, bunu aşan, devleti önceleyen stratejilerin, sözkonusu dikta rejimleriyle çatıştırılan halkın ezdirilmesine bahaneler vereceğini belirtir. Çatışan tarafları ecnebilerden desteğine muhtaç ve mecbur olacağı ve yabancı güçlerin ülkeye müdahalesine teşne hale getirileceğini anlatır.

Dinî cemaatlerin aslî hizmetleri olan imanın ve ahlâkın tahkimiyle, mânevî hizmetlerle, “tenvir (aydınlatma) ve irşad”la demokrasi ve hürriyetlerin altyapısının inşa edileceğini beyân eder. Gerçek bir demokrasi için evvela demokrasi şuuru ve kültürünün oluşmasının gereğini hatırlatır. Asr-ı Saadeti örnek gösterip, “İman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar” der. (Münâzarât, 57)

“ARAP BAHARI”NIN DA ÇÂRESİ…

“Müsbet hareket” düsturunun yalnız bu ülke ve bu millet için değil, bütün İslâm âlemini muhâfaza edecek Kur’ânî bir ders ve düstur olduğunu ve hâriçte de “müselâmat-ı umûmiyeyi (genel barışı) temin ettiğini” izâh eden Bediüzzaman, “müsbet hareket”in “gizli münafıklar”ın plânlarını akim bıraktığını belirtir. (Emirdağ Lâhikası, 90, 451)

Bediüzzaman’ın Kur’ân âyetleriyle ve Peygamberimizin (asm) hadisleriyle tefsir edip mânâsını belirlediği “müsbet hareket” metodu sâyesindedir ki, Türkiye’de çeyrek asrı aşkın en müstebit, tahripkâr ve tepeden inmeci fevkalâde ağır baskılara, hapislere, zulümlere karşı, Nur Talebeleri dâvâlarının vakar ve izzetini muhâfaza içinde büyük bir temkinle “menfi hareket” etmemişler, hep müsbet hareket etmişler, örnek olmuşlar. Nur Talebelerini rehber edinen Müslüman kitle büyük provokasyonlara ve infiâle kapılmamış.

Bugün, bütün İslâm dünyasının Bediüzzaman’ın “müsbet hareket” dersine ihtiyacı var. Çıkmaza giren ve “menfi hareket”le başarısız kalan, çoğu yerde yeniden iktidar mücadeleleriyle iç çatışma ve iç savaşa sürüklenip “sonbahar”a dönüşen, en son Suriye’de olduğu gibi “silâhlı muhalefet”in “silâhlı direnişi”yle kargaşa ve kaos içinde binlerce mâsumun kanının heder olmasıyla kirlenen “Arap baharı”nın çıkış yolu, “menfî hareket”i bırakmaktır.

Evvelemirde imanların takviyesi, ilim ve eğitimle toplumun aydınlanması, demokratikleşmenin temini, temel hak ve hürriyetlerin hayata geçirilmesi, maddî ve mânevî kalkınmanın sağlanması ihtilâfların izâle edilmesine, dayanışma ve ittifakla bütünleşmenin tesisine çalışmaktır.

Çâre, hakkı, hukuku, adâleti, ilmî ve fikrî mücahâdeyi esas alan Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur’da ölçülerini verdiği istikametli, tâvizsiz, esaslı, sâlim “müsbet hareket” metodunu rehber edinmektir.

Özellikle İslâmî şuurun yeniden ihyasıyla şiddetin reddedilip, âyetin mânâsıyla İslâm dünyasının diyalog, uzlaşma, anlaşma, birlikte yaşama gibi fikren ittihadına kapı açmaktır.

Temelde “hukuk-u amme”nin “hukukullah” hükmüne geçtiği sosyal hadiselerde, Bediüzzaman’ın “daima müsbet hareket” olarak tesbit ettiği Kur’ânî metoduna dönmektir. görünmüyor.

Müslümanların aralarındaki hak arayışlarında, dahilî nifak, ihtilâf ve kavgalarda hakkı ve hukuku savunurken, haksızlığa ve zulme girmemek adına, Kur’ânî sulh ve musâlemet düsturlarını hayata geçirmek; kuvveti dahile karşı değil, ancak hârice karşı kullanmaktır.

MÜSBET HAREKET, SABIRDIR, SULHTUR, ADÂLET VE ZAFERDİR

Hakikat şudur ki, “müsbet hareket” hiçbir zaman pasiflik, eylemsizlik ve hatta sivil itaatsizlik dahi değil, bilâkis meşrûiyetten sapmadan hakkın hatırını üstün tutmak, izzet ve vakarla zulme girmeden hakkı ve hakikati savunmaktır. Acze düşmemektir, “insanın vazifesi” ile “İlâhî vazife” ayırımını belirleyen bir hassasiyettir.

“Müsbet hareket” asla teslimiyet değil, haksızlığa, zulme, gadre karşı meydan okumaktır. Dâvânın, milletin izzetini muhâfaza ederek zâlime-zulme karşı direnmektir, sabırdır, metânettir. Mazlûmların, mâsumların hakkını korumaktır.

Âyetin hükmüyle, “Kâfirlere (dışa) karşı şiddetli, Müslümanların aralarında (içte) merhametli olmaktır. “Kâfirlere karşı izzetli, mü’minlere karşı alçak gönüllü (yumuşak ve müsamahalı) hareket etmektir.”

“Müsbet hareket”, sünnetullaha riâyettir, muvaffakiyettir, selâmdır, sulhtur; hakta sebât ve sabırdır; hakkın hukukunu ve izzetini muhâfaza etmektir, haksızlığa karşı dirençtir, duruştur, mânevî cihaddır, zaferdir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*