Ebed için mahluk olan müyulat, ifadesine ne diyeceğiz?

Cüz-i ihtiyârînin temeli olan meyelân, çoğulu müyulât, arzular, hisler ve eğilimlerdir. İnsanı, bir karar ve tercihe yönlendiren, içten gelen ve haricî tesirle de etkilenerek oluşan meyelân, Kelâm ilminde kader konularındandır.

Bediüzzaman’ın ilk dönem eserlerinden Muhakemat’ta geçen şu ifadesi, bu başlığı atmamıza sebep oldu: “Evet, bu dar dünya, beşerin cevherinde mündemiç olan istidâdât-ı gayr-ı mahdûde ve ebed için mahlûk olan müyûlât ve arzularının sümbüllenmesine müsait değildir. Beslemek ve terbiye için başka âleme gönderilecektir.”1

İnsanın mahiyetine yerleştirilen ve sınır konulamayan istidatları ile ebed için yaratılmış meyilleri ve arzularının sümbüllenmesine dar olan bu dünya, müsait değildir. İstidat, meyil ve arzunun beslenip, terbiye edilmesi için başka âleme gönderilecektir.

Kader Risalesi’nin İkinci Mebhas’ın Altıncı Vechinde bahsedilen itikadî mezheb kuruculardan iki imamın tesbitlerinden hareketle Matüridî, “meyelânı”, emr-i itibarî; Eş’arî, “tasarrufu” emr-i itibarî kabul ve ifade eder. Bediüzzaman da “öyle ise, o meyelân” kaydına yükleyerek “emr-i nisbî” der ve “muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur”, tesbitini yapar. Buradan anlaşılır ki bu iki imamın görüşlerini emr-i itibârî statüsünde toplayıp, oradan cüz-i ihtiyârîye ve onun temeli olan meyelâna emr-i itibarîlik verilerek tevhid akidesine zarar gelmeden kesbdeki edilgen failliğine dayanak oluşturulur. Kul, cüz’î ve çok sınırlı olan kesbi ile yaratılmasına sebep olduğu fiilin, zahirde faili görünümündedir. Dolayısıyla buradaki makam gereği böylesi bir değerlendirme yapılmıştır, denilebilir.

Muhakemat’taki “mahlûk olan müyulât” tesbitiyle Bediüzzaman’ı Eş’arî’nin hükmü istikametinde bir kanaat ifade eder, buluyoruz. Ancak burada hem haksızlık hem de hata yapmamak için sözü makabli-mabadi yani önü sonu ile ele almak gerekir. Bediüzzaman, yukarıya aldığımız cümlesinde, “Evet, bu dar dünya” ile zaten kayıt ve şartını ifade eder. İnsanın cevherinde saklı olan, hududsuz uzayıp giden meyil ve arzularının gerçekleşmesine, tatmin olmasına bu dünyanın dar olduğu, ön ifadesi yapılır. Devam eden “ebed için mahlûk olan” kaydı ise çok dikkat çekicidir. Buradan o “müyûlat ve arzuların” ahiret için, ahiret boyutunda mahlûk oldukları da anlaşılabilir. Bu açıdan bakıldığında meyelân, dünya boyutunda emr-i itibarî, ahiret boyutunda ise vücudî bir mahlûk, diye anlaşılır. Lâkin bu iki yorumun üzerinde olarak Bediüzzaman’ın bu cümlesi bütünüyle değerlendirildiğinde şu manayı anlamak daha doğru olmalı: Dünyada itibarî konumdaki meyelân ve arzunun hakiki manada gelişmesine burası dar geldiği için onların vücud bulacağı yer ahirettir.

Yirmi Sekiz’inci Söz’de geçen “Cennet, bütün lezâiz-i maneviyeye medar olduğu gibi, bütün lezâiz-i cismaniyeye de medardır.”, ve “şu dâr-ı dünyada, câmid ve şuursuz ve hayatsız maddeler, orada şuurlu hayattardırlar.”, ifadelerinden hareketle, burada itibarî hükmünde ve hayatsız bilinen meyelânın orada şuurlu hayattar olması, anlaşılır.

Biz böyle anladık, ya siz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*