Esere bakmanın zevki

Rekor kıran filmin, hayranlarınca defalarca seyredilmesi, bitmek bilmeyen bir zevke işaret eder. Muhteşem bir kitabın tekrar tekrar okunması, harika tablonun defalarca seyredilmesi zevk ve lezzetteki dayanılmaz cazibeye alamettir.

Bu zevk ve lezzet konusuna bir de şöyle bakalım:

“Her cemal ve kemâl sahibi, kendi cemal ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi…”, hakikati bu babda en kâmil bir ifade olsa gerek.

Kendi cemal ve kemâlini iki vecihte görmek mümkün. Birincisi; bütün incelikleri gören, kendi ince ve nafiz bakışı ile görmesi olurken, diğeri de, başkaları yani akıl, ruh, kalb sahibi olanların bakışı ve nazarı ile görmesidir.

Akıl, şuur, kalb ve ruh; göz ile görülen üzerinde işler, çalışır ve etkilenir. Göz, o değerlerin dışa açılımı olmakla beraber âlemin o pencere ile temaşasını sağlar. Bu noktadan göz, esere bakmada ilk basamaklardandır.

Görülenden ziyade, bakılandan zevk alınırken; görmede gayr-ı şuurî irade, bakmada ise doğrudan şuurî irade baskındır. İşte bunun için görmek ile bakmayı ayırırlar.

Göz önündeki çiçek, üzerinde tecelli eden Allah’ın isimlerinin tezahürüne vesile olması noktasından bakılmayı hak etmektedir. Bakmalıyız ki orada esmanın tahlili, sıfatların tesbiti, sıfat sahibinin hâl ve işinin (şuûnâtının) idrakî ve tefekkürü ile Zat-ı İlâhîye maksad olsun.

Şuûnât, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarının kaynağı olan kudsî İlâhî iş ve hâllerdir. İnsandaki karşılığı ise, çok çeşitli kabiliyetlerle beraber merhamet, adalet, sevmek gibi çok değişik duygular oluyor. Kabiliyet ve hissiyat gibi tabirlerin Cenâb-ı Hak için kullanılması uygun olmayacağı için şuûnât tabiri kullanılıyor. Sevmek, lezzet almak, iftihar etmek gibi tabirlerle insanın hissiyatını da anlatır. Ancak Allah’ın sıfat ve işleri anlatılacağı zaman kudsîyeti ayırıp önceleyerek işaret eden terimler kullanılmalıdır.

Esere bakarken onda tezahür eden harikulâde sanat, ilim ve iradenin uygulanmışlığı olan fiili görmeli. Fiil, bir isimden gelir ve bir isme dayanır. İsim sıfatın alâmetidir. Sıfata, şuûnâtın dışa vurumu da diyebiliriz. Bize görünenin vasfı gibidir. Zata nispet edilen ve zatın olmazsa olması gereken niteliğinin ifadesidir.

Bu manalar Allah’a raci edilirse şöyle denilebilir: Zat’ının vacibi olan yani olmazsa olmaz olan sıfatlarının eşya ve hâdisenin yaratılışı ile tahakkuk eden işler, hâller, keyfiyetlere bir manada şuûnât olarak ifade edip, kul olarak marifet ederiz.

Risale-i Nur’da Zat, şuûnât, sıfat, isim, fiil ve eser sıralamasından anlaşıldığına göre sıfatları icraata sevk eden şuûnâttır. Zat’ının şe’ni olan rezzakiyeti yani rızık vermesi şuûnât-ı İlâhîye olurken bu da irade ve kudret sıfatları ile tecelli eder. Kudret ve İrade sıfatları mucibince Halk (yaratma) fiili ile eşya ve hadise yaratılır.

Yaratılan eşya ve hâdise, nihayetinde bir eserdir ve bu eserde tecelli ile tezahür eden esma ve sıfat-ı İlâhîye’yi Kendi nazar-ı İlâhîyesi ile nazar etmesi ayrı, muazzam ve mukaddes bir zevktir ki bizim, tarifinden sonsuz aciz olduğumuz keyfiyettedir. Bir de ehl-i nazar denilen nazar sahiplerinin bakışı ile yapılan takdirkâr ifadelerle alınan lezzet vardır.

İnsan, sevmekten zevk alır ve sevme kabiliyeti vardır. Allah, mahlûkatını sever, ama bizim sevmemizle hiç kıyaslanamaz, aldığı zevk asla bilinemez, tarif edilemez. İşte, O’na ait bu keyfiyetleri bütün acizliğimize dayanarak “mukaddes” kelimesine sığınarak, dayanarak kullanır ve ifade ederiz. Böylece O’nun bu şe’nini anlamaya ya da anlatmaya bir adımcık yaklaşmaya gayret ederiz.

Evet, hakikaten esere bakmanın zevki bambaşkadır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*