Şehir notları

Cenaze münasebetiyle çocukluğumun ayak izlerinin kaldığı memleketime geldim ya… tuhaf duygulara gark oluyor insan. (Benim) şehrim yerle bir olmuş. Hatıralar tuz buz, toz duman…

Bu da başka bir kıyamet… Şehirlerin (yeni) kıyafeti katlı, kimliksiz binalar…  Ayak izlerim asfaltlanmış. İlkokulum -nasılsa- yıkılmamış! Birinci sınıfı burada okumuştum. Bodrum katında…

Sonra taş evimizden -yeni- tuğla eve taşındık. O da yıkıldı, yapıldı.

Sonra bir daha… “Kentsel dönüşüm…” dedikleri hikâye… Her şey betona dönüşüm/havale… O ağaçlar, o kuşlar, o sükûnet mi! O ıspanak, pırasa, yeşil soğan aldığım bahçe mi! Hemen evimizin yanından gürül gürül bir saadet gibi akan o su mu! Gitti, dönüştü, ölüştü. Burada gökyüzü, bulutlar, mevsimler gelir giderdi. Kur’ân öğrenmeye gittiğim solumuzdaki taş mescit… Sağımızdaki cami, ilkokulum… toz toprak, un ufak…

(Bir şehir bu kadar tahrip edilebilirdi. Çocukluğum, gençliğim tarumar… Böyle olmaz ama oldu işte! Meselâ Almanya, İtalya böyle mi! Şimdi bütün şehirler birbirine benziyor. Bu yıkımların hikmetini anlayamıyorum(!) Eskiden bu kaçış neyin nesi? Bu kendimizi sür’atle terk ediş… Bize hatıra, tarih, estetik, ecdat çok fazla ve gereksiz geldi anlaşılan!)

*

Derme çatma bir yerde oturuyorlardı.

Denize bakıyordu evleri.

Şehir bir nehir gibi akıyordu.

 

Sırtlarını dönmüşler dünyaya.

Hele haberlerden habersiz…

Öyle bahtiyar, öyle gülümsemeliler…

 

Gökyüzüne bakıyorlar.

Ayla, yıldızlarla konuşuyorlar.

Bütün diplomalarını yırtmışlar.

 

Unutmuşlar “şehirli” olmayı.

Bıkkın ve sıkkın zamanlardan uzakta…

Gözleri bir çocuk telâşındalar…

 

Sanki gül zamanlardan kalmışlar.

Gitsem içlerine alırlar mı beni!

Ah, bu üstümdeki şehir kirleri!

*

Durmak…

Durup gökyüzüne b/akmak…

Yıkamak yağmurları şehrin kirinden…

 

Durmak…

Zamanla göz göze gelmek…

Elemek tozunu rüzgârların…

 

Durmak…

Akarken sular, akarken zaman…

Vay aman!

*

Artık köylü değiliz.

Şehirli de…

Nereliyiz?

*

Erciyes…

Yaz kış söylüyor şarkısını.

Yaz içinde kış selâmı; koynunda kar…

 

Bu şehre yâr olmuş Erciyes.

Merhaba ey, karbeyaz şehir!

Dağlar ey, gökyüzüne akan nehir!

*

Şehirler kaçtıkça mezarlardan…

Şehirler cinnet!

*

Bir köye mi çekilmeli yoksa! Yıldız şarkılarıyla uyumalı… Koyun, kaval sesleriyle uyanmalı… Biliyorum; “kurtarılmış bölgeler” vardır! Ki… cimri şehirlerin mutantan fotoğrafları… Unutulan tek şey: yaşamak! Uyansın diye ruhumu ova ova… Kova kova silüetini ruhsuzluğun… Toza toprağa bulandı şehirler. Demir parmaklıklarla kapalı deniz, gök… Halbuki yaşayabilirdik kuşlarla, çiçeklerle; Cennet hayalleri gözlerimize dolarak… da… herkes yerini yaparmış burada. Burada ermezse murada; orda erer mi; bilmem! Yakamda bir şehir; gözleri çok keşmekeş… Basmakalıp, ruh kaçkını, belirsiz…

*

Rezil bir hikâye başlangıcı gibi…

Ağaçların çarmıha gerildiği…

İsâ’nın nefesinden gayrı;

Dirileceği yok şehirlerin.

…ve ne kadar bina…

O kadar şehir…

O kadar şiirsizlik…

*

İşler karışık, sorular çetin… Paraya pula dalmıştık. Firavun piramitli apartmanlara… Sen’den başka adresler arıyorduk! Bir uyandık ki mevsim kış! Etraf cehalet, gaflet kaplı… “Dünyayı sabit zannettik! N’ettik böyle ah, n’ettik! Allah’a ısmarladık, deyip gitmek geliyor içimden… Kaçmak, kaçmak, kaçmak şehirlerden… Hemen bir soru ardından: “Nereye?!…”

*

Bak; kar kefenine büründü şehir.

Bir ölü gibi göründü şehir.

 

Bak; bitti telâşeler; tuttu kar.

Şimdi bir seyir var; dinle; bu kar…

 

Uyandım, gece; ağarmış gökyüzü.

Ağarmış yer; beni bekler dışarda çocukluğum.

 

Sokak lambalarına kar yağıyor.

Şehir uyuyor; fısıltıyla konuşuyor kar.

*

Şehir uğultu, şehir telâşe demek…

Şehir uzaklığı insanın kendisine…

Keser yolları devler.

Tanımaz kimse kimseyi.

Yollarda yabanî gözler…

Tıkış tıkış, itiş kakış…

Kapış kapış, toplanış, dağılış…

Şehirler… kulakları yırtan alkış…

*

Çok dalmışız; ağaçları es geçiyoruz.

Kulak ver ve uzaklaş dünya seslerinden;

Bir sükûnetin içindeyiz.

*

Biraz rüzgâr sesi, biraz kuş sevinci…

Akın akın bulutlar ve gökyüzü…

Çıkalım şehirlerden biraz.

Hırssız köyleri, ovaları görelim.

Gürültü, şehirlerde kalsın.

Biraz, toprak olmuş yüzleri görelim.

Anlık gülümsemeleri var şehrin:

“Sayın Müdürüm nasılsınız?” gibi…

İçi boş, resmî, soğuk bakışlar…

Naylon ekmek üreten fırınlardan kaçalım.

Belki bir köy kokusu vardır bir yerde!

Hesapsız hoş geldin, diyen gönüller…

Şehirler… yeşili, sükûneti kovan şehirler…

Zamanı bir yudumda içen şehirler…

Bire bin veren komşular, köyler nerde?!…

Bine bir veren şehirlere düştük.

Üşüdük, terledik, aç susuz kaldık;

Çocukluğumuza, yalansızlığa, berekete acıktık.

*

Ah, çok ihtiyarladık;

Bu nevzuhur şehirlerin kucağında;

Ki biz çok gençtik;

Eski şehirlerin köşe bucağında!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*