Futbol bahane ahlak şahane

Futbol dediğimiz şey güya beden sağlığı, gençlerin kötü alışkanlıklar edinmemesi, terbiyeli, efendi ve sağlıklı nesiller yetiştirmek üzere adına kulüp ve şirketler kurulan profesyonel spor dalı.

6.9 milyon lisanslı sporcu sayısı olduğu söylenen memleketimizde, bunun 466 bin 455’i futbolcu olduğu kayıtlara geçmiş. Spor kulübü sayısı 13 bin 724, antrenör sayısı da 233 bin 70 civarında olduğu ifade ediliyor. Bütçeden ayrılan milyarlarca TL ile beraber kulüplerin kasasına çok büyük paralar girmekte. Futbol sahaları, tesisler ve futbolcu transferlerine ödenen miktarlar hesap edilecek olursa devasa bir pasta olduğu aşikâr.

Bir taraftan ekonomik sıkıntılar, sanayi eksikliği ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, bir taraftan futbolcuların aldığı yüksek meblâğlar ile asgarî ücretin 1600 TL olması ve işin malayani boyutunu bir tarafa bırakacak olursak ahlâkî yönü içler acısı.

Elbette toptancı yaklaşılmamalı. Her camiada kötüler olduğu gibi efendi, ailesine bağlı işini düzgün yapan çok sayıda sporcu var. Ancak bir kısım futbolcular var ki, gece âlemi mi, kumar mı, milletin gözü önünde nikâhsız yaşamak mı, magazin sayfalarına malzeme olmak mı dersiniz, ne kadar menfilik varsa yaşanıyor bu âlemde.

Ya netice? Onu hak getire..

2000’deki UEFA şampiyonluğu ve 2002’de Dünya üçüncülüğümüzden beri çeşitli turnuvalarda boy göstermemize rağmen, elle tutulur bir netice yok.

Bir takımı yukarı diğerini aşağı çeken hakem kararları, hak ve adaleti netice vermesi gereken “hakem” ünvanına hâlel getirecek seviyesizliğine inmiş. Şike, teşvik primi gibi ahlâksızlık, hak çalan, hukuk gözetmeyen boyutlarda. Menajer komisyonları, aradan kazanç ve şişirilmiş transfer harcamalarından doğan men cezaları. Dünya bir köye döndü, nefes aldığınız bile kayıtlara geçiyor artık. Attığınız imzalar gereği harcamalarınızı şeffaflaştırmanız lâzım. Burada rakamlarla oynayıp vergi kaçırsanızda dışarıda yapamıyorsunuz. Zira yabancı futbolcu oynatıyorsunuz ki, alacağını tahsil edemeyen sizi UEFA’ya şikâyet edebiliyor.

FUTBOL VE SİYASET

Peki ya sahalardaki galiz küfürler… Yabancı madde atılması, futbolcu, teknik direktör ve hakem yaralanmaları neticesinde maçların tatil edilmesi.

Hele milyonlarca taraftarı olan kulüplerin futbol maçlarını ölüm kalım savaşı haline getirmesi ve bazı holigan tabir edilen anarşi ruhlu taraftarlar yüzünden futbol bir spor iken kanlı bıçaklı husûmete dönmesi.

Aslında toplumun bir ayinesi olan stadyumlar memleketten bir manzara.

Orada kim varsa bu toplumun bir parçası.

Allah için sevmek emri yerine, sevdiği rengin tarafgirliği, canilik seviyesine çıkması, nasıl bir hale geldiğimizin sahadaki resmi.

Bir kupa maçı oynanıyor; içinde futbol dışında ne ararsanız var. Küfür, dayak, yabancı madde atımı, seyirciyle futbolcu atışması, koridorda çekişme, hastahanelik olmak ve işin çığırından çıkmasıyla hakemin maçı tatil etmesi.

Rakip takım kasten mi yaptı, ev sahibi mi seçim malzemesi yaptı dedikoduları yapıladursun MHK ve TFF daha kararı açıklamadan siyasilerin hadiseye başka bir boyut kazandırması bütün dengeleri alt üst etti. Kumpas mı dersiniz cemaat mi, ne varsa kullanıldı. Şimdi de cemaat yanlısı hakem ifşaatları başladı ki, başı sıkışan bu işi filancalar yaptı kolaycılığı ile yanlışları birilerine ihale etme yarışındalar.

Hal böyle olunca hükmen mağlûp olması gereken takım, mükâfatlandırılıp finale çıkıyor. Oysa ev sahibi takıma verilen cezalara bakılırsa ortada bir suç olduğu aşikâr. Ancak siyaset devrede ve kaos.

“İmam aksırsa cemaat yatağa düşer” benzetmelerine sebep olan siyasî beyanlar, toplumu bir cinnetin içine attı ki ayıkla pirincin taşını şimdi.

Bir yandan maçın kaldığı yerden devam kararını protesto eden rakip takım, diğer yandan ev sahibinin teknik direktörü “Keşke elenseydik de turu bu şekilde geçmeseydik” beyanları…

Halbuki siyaset bu işleri kendi mecrasında bıraksa; denetleme ve yürütme vazifeleri kurumlara, bakanlık, TFF, MHK ve disiplin kurulları siyasetsiz hareket edebilseler, her kurumda olduğu gibi futbolda kendi insicamında kalarak sahaya müsbet manada yansıyacak. Sadece spor mu?

Bugün hangi kuruma el atsanız altından siyaset çıkıyor. Hükûmet taraftarı yazar ve yorumcular bile gelinen noktadan rahatsızlar.

Siyaset; ‘kışla’ya, ‘cami’ye, mekteplere ve spora girmemeli diye çok sayıda beyanatlar var. Özellikle rahmetli Demirel bu mevzuda çok hassastı ve bu değerleri siyaset üstü gördüğünden hiçbir zaman popülist politikalara itibar etmedi ve mesafesini korudu. İşte demokratlık. Yoksa her sahaya atlayıp devlet adamlığı prensiplerinden tavizler verip o makamı lekedar etmek siyasetçilik değildir.

Dengeler öyle bir karıştı Türkiye bu yükü artık taşıyamaz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*