Halil Ağa’nın vicdanı

Afyon hapishane yönetimi, Bediüzzaman’ın yazma işine engel olamayınca olağanüstü tedbirler almaya başladı.

Önce mahpusların Bediüzzaman’ı görüp selamladığı pencereyi çivilediler, ardından da kapısını kilitlediler. Böylece yanına hiç kimse yaklaşmayacaktı. Ancak zorunlu ihtiyaçlarını görecek Halil Ağa adında otuz yılın üstünde ağır hüküm giymiş bir katil ve aynı zamanda idareyle çalışan bir casus görevlendirildi.

Halil Ağa görevi gereği Badiüzzaman’ın hal ve davranışlarını dikkatle izledi. Bediüzzaman, zamanını Kur’an ve cevşen okuyarak geçirirdi. Halil Ağa da gizliden gizliye Bediüzzaman’ın Kur’an ve Cevşen okuyuşunu can kulağıyla dinlerdi. Bediüzzaman’ın “Allah-u Ekber” deyip namaza duruşunu seyretti. Birkaç gün takipten sonra Halil Ağa’nın ruh dünyası, vicdan denen yol gösterici sayesinde kalbini yumuşattı ve Bediüzzaman’a bir dost gibi kendini yakın hissetmeye başladı. Bir gün Halil Ağa Bediüzzaman’ın odasını temizlerken kaması gözüktü. Bediüzzaman Halil Ağaya “Sen korkak mısın? Bunu korkaklar taşır. Allah’a abd olan hiçbir şeyden kokmaz!” dedi. Halil Ağa bu sözler karşısında adeta şoke oldu ve öylece donup kaldı.

Bediüzzaman aniden “Halil Ağa git abdest al, gel beraber namaz kılacalım” dedi. Halil Ağa, “Hocam, ben çok günahkârım, günahlarım af olur mu?” diye cevap verdi. Bediüzzaman, “Tüm yaptığın kötülüklerden pişman olursan Allah seni affeder” dedi. Halil Ağa, abdest alıp Bediüzzaman’ın arkasında namaza durdu. Namazdan o kadar etkilendi ki içinden “Eğer biz adamsak bu adam değil, eğer bu adam ise biz adam değiliz!” dedi. Böylece casus olarak gelen Halil Ağa, Bediüzzaman’ın dost ve yardımcısı oldu. Halil Ağa birkaç defa sırrını açıklamak istese de Bediüzzaman “tamam” diyerek sözünü keser. Muhabbetle onu kucaklar “Kardeşim sen bana ve talebelere yazı işinde yardım için gönderildin. Bana dua et sana dua edeceğim!” der.

Halil, hapishane ağasıdır. Belinde hançeriyle dolaşır ve ona kimse karışamazdı. Herkes onun sözünü dinler. Hapishanedeki telif faaliyetlerin güvenliği ondan sorulurdu. Bediüzzaman bazen kese kâğıtlarına bazen de sigara paketlerine yazdıklarını kibrit kutularına yerleştirerek Halil Ağa’ya verir. O da kibrit kutularını cebine koyar ve koğuşun yolunu tutar. Kimse anlamasın diye “Var mı bana yan bakan?” diye var gücüyle nara atardı. Ceylan Çalışkan ranzasından aşağı iner “Ben varım!” diyerek Halil Ağa ile anlaşmalı bir şekilde kavgaya tutuşurdu. Halil Ağa çaktırmadan kibrit kutularını Ceylanın Çalışkan’ın cebine koyar. Ceylan Çalışkan da yazıyı çoğaltmak için heyecanla bekleyen Risale-i Nur talebelerine götürürdü. Talebeler de hemen harekete geçer ve yazmaya başlardı.

Bu arada koğuşlarda sık sık aramalar yapılırdı. Halil Ağa önceden Risale-i Nur talebelerine haber verince yazı malzemeleri saklanırdı. Dolayısıyla hiçbir şey bulunmazdı. Bazen de ani aramalar olunca Halil Ağa yazıları alır yatağının altına yerleştirirdi. Her yer didik aranırken Halil Ağanın yatağına kimse korkudan yaklaşamıyordu. Hapishane yönetimi aramalar esnasında mahkûmlarda bıçak, şiş, tabanca ararken Risale-i Nur talebelerinin koğuşunda ise kalem, kâğıt ve risale arardı. Böylece çok zahmetlerle yazılan “El- Hüccetü’z- Zehrâ” risalesi bu zor şartlar altında yazıldı, sonra çoğaltıldı ve “On Beşinci Şuâ” olarak Risale-i Nur’daki yerini aldı.

Kaynak:

İhsan Atasoy, Zübeyir Gündüzalp, sayfa-45,46.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*