Hem ümmî ve âmî olacaksın, hem de bir ilin intibahına vesile kılınacaksın!

alt

Barla Lâhikası’na ilk girişim değildi. Fakat okunası o mektupları bir şevkin, hizmet aşkının yansımasından doğan cümleler olarak görmüştüm.

Hani denir ya hep! Hizmet metodu lâhikalardan öğrenilir. Sloganik söylediğim bu cümlelerde hakikati aramaya çalıştım bu sefer. Bu gözle sayfaları çevirdim. Her sayfa da bir metot, her mektupta bir sır aradım. Her ağabeyin nasıl örnek alınması gerektiğinin yollarını araladım. Her sayfa bir hayat, her mektup bir âlem gözüktü.

Şimdilik durumuma en yakın olan ağabeyi nazara vermeye çalışacağım inşaallah.
***
Abdülcelil oğullarından Adilcevazlı Emrullah oğlu Bekir Ağa, diyorlar ona… Soyadı kanunundan sonra “Bekir Çelik” denilmiş. Birilerinin ne dediğinin çok önemi yok aslında. O hep “Gavs-ı Âzam’ın tâbiriyle Bekir Bey, bizim tâbirimizle Bekir Ağa…” 1 diye anılacak.

Bekir Ağa, mesleği gereği (!) Risale-i Nur hizmetini hakkıyla ifa edebilen bir Nur Talebesi. Bu zamanda “mesleğiyle hizmet edebilen” veya “mesleğine hizmet gözüyle bakan” kişilerin az olduğu malûm. Mesleğinin hizmete uygun olmadığını düşünenlerin Bekir Ağa’yı örnek almaları gerekir diye düşünüyorum.

Peki, neymiş mesleği?
Çerçilik…
Önemli bir meslek mi?
Yani seyyar satıcılık…

Etiketler dünyasında yaşayan bizler için basit, hatta önemi olmayan bir meslek. Belki birileri için meslek bile değil. Fakat bir şeyi önemli kılan ona tevdî edilen vazife ile orantılı. Meselâ, eğer ihsan-ı İlâhî o omuza yüklenirse, Rabbim o omuzun vesilesiyle bir merkebin üstüne satacağı eşyayı, altına risâleleri koydurup diyar diyar gezdirir. Sübhanallah!

Bu öyle bir gezidir ki “Allâmelerin işini gören” bir vazifeyi yerine getirir. “Nurları müştakların ellerine yetiştiren” sıfatına mazhar olur. Bediüzzaman Hazretleriyle “ahiret kardeşi” olma müjdesini alır. Dolayısıyla artık bütün Nur Talebeleri, kendisini “ahiret kardeşim, ağabeyim!” diye anacaktır. Bu da yetmez, Risale-i Nur’un sayfaları arasındaki mektupları kıyamete kadar kalacaktır.

Bekir Ağa, kendisini Üstadına karşı “fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum” sözleri ile tanımlar. Hem ümmî, hem de cahil olmasına rağmen “Benim bir sıfatım yok ki, onunla hizmet edeyim” deyip, kenara çekilmez. Aksine durumdan vazife çıkarır. Risaleleri etrafındakilere okutturur. Dinledikçe coşkunluk haline bürünür ve “Haydi, haydi” nidalarıyla vazifeye çağırır içerisindeki bir ses.

Bunun üzerine yükler merkebinin heybesinin altına risaleleri, üstüne de satacağı eşyaları…

Köy köy dolaşır. Girdiği her köyün âlimini, hocasını sorar. Onları bulunca eline bir kitap geçtiğini, okuma-yazması olmadığını belirtir. “Siz okuyun, ben dinleyeyim” der. Kitabı eline alıp okuyanlar “Dert vardı, derman yoktu. Derman ayağımıza geldi” deyip, Bediüzzaman’a koşarlar. Her koşan bu büyük kervanda yerini alır. Birçok saff-ı evvel bu şekilde bulur Üstadını. Meselâ Hüsrev Ağabey gibi. Bu şekilde Isparta’nın Nur Talebelerinin çıkmasına vesile olur. Bu Nur Talebeleri ise başta Isparta’nın intibahına vesile olurlar. Bunu Lâhikadaki diğer ağabeylerin “Bekir Bey’den aldım, Bekir Bey getirdi, Hızır gibi yetişti” ifadeleri ifade eder.

Rabbim, onların zümresine bizleri de dâhil eylesin!
Biz de Bekir Ağa gibi yıllar sonra yüzü aşan ülkede okunan Risale-i Nurları şahit göstererek diyoruz:
“Bu eserler başlı başlına birer fatihtir. İnşaallah, her cihetle feth ederek fatih olacaktır.”
Evet, bu dâvâda ihlâsla iste yeter ki, vermeyi seven fethi sana mübarek edebilecek bir Rabbin var!
Zira vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi!

Not: Şimdilerde Ürdün’de biz de hem ami, hem de ümmî konumdayız. Yaptığımız tek şey ise Bekir Ağabey gibi niyet edip, Nurlara müştak kişileri bulmak ve ulaştırmaya çalışmak ve sizlerden duâ talep etmek… 

Dipnot:
1- Lem’alar, s. 173.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*